23 Haziran 2012 Cumartesi

DOĞDUĞUNA PİŞMANDIR İNSAN; TA Kİ İKİNCİ DOĞUM OLA…

Bu konuyu müsaadenizle üç bölümde ele almak istiyorum; kapasitem kadarıyla..
İlk olarak; Pişmanlık-nedâmet nefse ait bir olgudur..

Dolayısıyla “nefs kalkmadan pişmanlık da kalkmaz” diye düşünülebilir ancak bunun tam ifadesi “nefs tezkiye olmadan pişmanlık kalkmaz” şeklindedir, diyebiliriz.

Ve hatta Rasûlullah Efendimiz’in “Nefsini bilen Rabbini bilir” işaretini de bu doğrultuda değerlendirebiliriz anlayışıma göre..

Nefs, kişideki “ben” hâlidir.. Kişi olarak anılması dahi bu sebeptendir…

Kendisini kişi olarak algılayan nefse ise bu ZAN-dan arınması teklif edilir.

Nefs-i tezkiye olarak isim-lenen bilincin arınışı mekanizmasındaki önemli bir dişlidir PİŞMANLIK!

Nefsin, pişmanlık yaşantısına ihtiyacı vardır; arınması için..

Rasûlullah Efendimiz “Pişmanlık, nedâmet tövbedir” der.

Pişmanlık olmasa, içine düştüğün hâli bilemeyeceksin, bir farkındalığın olmayacak, törpülenmeler oluşmayacak.. Yani tekâmül için pişmanlığa ihtiyaç var.. İçeri giriş kapısı..

İkinci olarak; Pişmanlık duymayan bilinç yoktur.. Hangi bilinç durumunda olunursa olunsun, pişmanlık söz konusudur.

İstisnasız tüm bilinçler pişmanlık duyar. Aradaki fark pişmanlığın olup olmamasında değil; pişmanlık duyulan durumdan ders alınıp alınmamasıyla yani yaşantının akıl ile değerlendirilip değerlendirilememesindedir.

Şayet akıl ile değerlendirilmişse o süreç; bilinçte bir arınma meydana getirecek ve bir sonraki benzer durumlar için beyin bağlantılarını kuracak ve aynı pişmanlığı bir daha yaşamamak üzere yolunu çizecektir.

Şayet akıl ile değerlendirilememişse o süreç; aynı yaşantının içine çok kereler daha düşülmesi işten değildir. Nitekim sürekli pişmanlıkları yaşayan, birçok kereler tövbe edip tövbelerini bozan bilinçleri görür, bilirsiniz çevrenizde..

Tam burada şu hadis-i Rasûlullah’ı hatırlayalım, “Mü'min aynı delikten iki defa sokulmaz, ısırılmaz." (Buhârî, Edeb, 83; Müslim, Zühd, 63)

Çünkü Mü’min yani iman ehli aklını değerlendirendir. Akıllı ise; sonsuz yaşam skalasında en uzağı gör-e-bilen ve ona göre yaşamına-bilincine yön verendir…

Soruluyor Hz. Rasûlullah'a...

Rasûlullah, müminlerin hangisi daha akıllı, şuurludur?..

Ölümle başına geleceği en çok hatırlayan ve ölüm ötesi hayatı için en güzel şekilde hazırlananı...

İşte onlar en akıllı-şuurlu olandır... diyor. (Tirmizi)

Hangi bilinç durumunda olunursa olunsun, pişmanlık söz konusu..

Çünkü her bilinç durumunda, kendi bilinç düzeyine göre İSMİ pişmanlık olan bir ALGI-HİS-YAYIN vardır.. Bunun nedeni sonsuz-sınırsız Esmâ özelliklerine nispetle birimde-beyinde o özelliklerin belli bir kapasitede açığa çıkışıdır. İSMİ pişmanlık olan dahi bir Esmâ açığa çıkışıdır ki; beşeri anlayış ile sınırlandırılamaz; sistem içerisindeki işlevinin çok yönlü olabileceğini hatırlamak gerekir anlayışıma göre..

Çünkü bu konuda Rasûlullah Efendimizin bize bir işareti var. "Ölüp de pişman olmayan yoktur; mutlaka herkes nedâmet duyar: Muhsin olan hayrını daha çok artırmadığı için pişman olur, nedâmet duyar. Kötü yolda olan da nefsini kötülükten çekip almadığına pişman olur, nedâmet duyar." (Tirmizî, Zühd 59, hadis no: 2405)

Peki, bu nasıl oluyor? Neden böyle?

Hem cennet yaşantısında sıkılma, üzülme vs. mefhumlara yer yok deniyor. Hem de o hâlde de pişmanlığın olacağından bahsediliyor.

Önce cehennem hâline bakalım; cehennem ehli pişmandır çünkü bâ’s ile ölümü tadış ile beynini değerlendirememesinin neticesi olarak açığa çıkaramadığı özelliklerin NELER olduğu ve NASIL olduğu sistem müşahedesi kendisine açılır. Bu hal ile pişmanlık duyar, bilincinde PİŞMANLIK oluşur. Neticesi de YANMA-dır.

Cennet ehli pişmandır. Neden? O da beynini dünya yaşamında iken yeterince(!) daha da iyisiyle değerlendiremediğini ba’s ile fark eder ve açığa çıkaramadıkları bilgisinden dolayı pişmandır. Allah’ın güzelliklerinin (El Esmâ ül Hüsnâ) sonu yoktur!.. Bilincinde farkındalığa dair bir pişmanlık vardır. Neticesinde YANMA olmaz. Ancak dediğim gibi bu pişmanlığı yanmaya dayanan bir pişmanlık olarak düşünmeyelim. Ve hatta yanma tabirleri dahi beşere göre ifadelenmiştir.

NOT: Bu iki hâli, bilincin ve bedenlerin BA’S olmaları yönünden iki türlü değerlendirelim.

Rasûlullah Efendimiz buyuruyor ki: “Cennet ehli hiçbir şeye pişmanlık duymaz. Yalnız, Allah’ı zikir-siz geçirdikleri vakitler için pişman olurlar. (Hâkim)

Buradaki pişmanlık elbette cehennem ehlinin pişmanlığından farklı bir pişmanlık olarak açığa çıkar. Yine o kendi bilinç düzeyi noktasında cennet halini yaşar.

Burada şu misâli verebiliriz anlayışa kolaylık olsun diye:

Padişahın biri, gece bir yerden geçerken askerlerine, “Buradaki taşlardan alabilirsiniz” der. Kimi emre uyar az veya çok taş alır, kimi taşın yükünü niye çekeyim diye almaz. Ülkelerine gelince, aldığı taşlara bakarlar ki hepsi kıymetli taşlar. Almayan pişman olduğu gibi, alan da pişman olur. Alan niye daha çok almadım diye pişman olur. Çok alan da niye daha çok almadım diye pişman olur. Elbette çok alanla hiç almayanın pişmanlığı aynı olmaz.

Son olarak da; Varlık(!) müşahedesi olduğu sürece pişmanlık kalkmaz!..

Burada gelin “Eûzü”yü hatırlayalım.. "Euzü Billahi mineş şeytanir racim"

İnsandaki vehim kuvvesinin şartlanmalarla “yok”u var, “var”ı yok olarak düşünmesi sonucu; insana kendini Allâh Esmâ’sı dışında bağımsız bir varlık ve beden kabul ettiren; bunun sonucu olarak da gökte bir tanrı kabulüne yönlendiren, taşlanmış şeytanî vesveselerden, Hakikatim olan Allâh Esmâ’sının koruyucu kuvvelerine sığınırım. (Kur’an-ı Kerîm Çözümü)

Varlığın(ın), Esmâ özelliklerinin açığa çıkışından başka-dûnunda ikinci bir şey olmadığı-olamayacağı realitesinden perdeli olarak kendine-karşıdakine(!) bağımsız bir varlık atfedildiği sürece; o bilincin örtülü-perdeli bir bilinç olması hasebiyle aldığı kararların SİSTEME uygun olmaması, pişmanlık olgusunu hep yaşatacaktır o bilince..

Aynaya bakıyorsun var-ım diyorsun; karşındakine bakıyorsun var diyorsun; elbette VAR-lar ve VAR-lığı da HAK-tır. HAKKA NİSPETLE VAR-dır; YOK sayamazsın… Ancak ne zaman ki oradaki İSME NİSPETLE bir varlık müşahedesi oldu. İşte bu görüş-bilinç sebebiyle tetiklenen mekanizma, bir sonraki aşamada gereğini sükût-u hayâl olarak yaşatacak ve pişmanlığı getirecektir peşinden; Bi Hamdihi mekanizmasıyla..

İSME NİSPETLE varlık müşahedesi ise “Eûzü”de oku-duğumuz üzere vehim kuvvesinin ŞARTLANMALARLA düşünmesinin bir neticesidir. Bir başka ifadeyle bilincin şartlanmalara bürünmesinin neticesidir..

NOT: Tabiatın istek ve arzuları şartlanmalar kapsamında değerlendirilir. Zira bilincin kendini beden kabulü bir şartlanmanın neticesidir. Şartlanmaların varlığı ise bir bilincin varlığının getirisidir. Bu sebepten, “EÛZÜ”de sadece ŞARTLANMALAR ifadesi geçmektedir, anlayışıma göre..

Yani bilincin şartlanmalardan arındırılması, PİŞMANLIĞIN (oluşmuş benin) gerçekte var olmadığını yaşamanın önünü açmak için zaruridir. Aynı zamanda pişmanlıklar; nefs-i tezkiye olarak isim-lenen bilincin arınışı mekanizmasındaki önemli dişlilerdir!

İnsan; bu süreci kendisinde bir mekanizma olarak fark eden ve akıl ile değerlendirendir..

Küçük pişmanlıklar (arınma süreci, mekanizma farkındalığı), BÜYÜK PİŞMANLIĞI (oluşmuş beni) kaldırmak(!) içindir...

Esasen kalkan, gelen, giden bir şey de yok bildiğiniz üzere.. Bilincin algılama kapasitesine göre aldığı İSİM-lerdir bunlar.. İşin aslı perdenin kalkması, görüş-ün (rü’yet) berraklaşmasıdır..

Doğduğuna pişmandır insan; ta ki ikinci(!) doğum ola…

Peki ikinci doğumdan maksat nedir? Kaldırılacak ikinci bir şey olmadığına göre..

Bilincin ŞARTLANMALARDAN arındırılması, PİŞMANLIĞIN nedenini oluşturan İSME NİSPETLE var-lık müşahedesinin-vehminin kalkmasıyla; HAKKA NİSPETLE VAR-lık müşahedesinin ise HAK olduğunu yaşamak(!) ile mümkün olur.. Bir diğer ismi de ÖLÜM-dür o DOĞUM-un..

Bunu sağlayacak olan tek şey ise Rabb-ül Âlemin’e İMAN ile OKU-nan bir “EÛZÜ”dür.

O hâl ile OKU-nan; “BismillahirRahmanirRahiym” OL-ması gerektiği için DİL-lenir ve “AŞK”  ile söylenir.

Dillenen AŞK’ın kendisidir!..

AŞK için YANMA ne anlam ifade eder ki..

YAN-dıkça OL-ur; OL-dukça YAY-ılır… (Bast olur)

Cennete sormuşlar hâlin nice diye

Cehennem olmasa n’eyleyim diye nidâ etmiş..

Cehenneme sormuşlar hâlin nicedir diye

Cennet olmasa n’eyleyim diye nidâ etmiş..

Cennet-cehennem ancak AŞK bast olunca imiş..

SIRF AŞK ol-an NOKTA-da (Esmâ mertebesi) ise ne pişmanlık-tan ne de yanma-dan söz edilirmiş…”

Rabbimiz “BismillahirRahmanirRahiym” demiş olmayı nasip-ihsân etmiş olsun bizlere inşâallah..

Bu dile gelenlerin dedikodusunda kalmaktan, Yer-yüzü-nü yaşamış fevkalâde (bilinenlerin ve bilinmeyenlerin üstünde) İNSAN ol-an Hz. Ahmed Muhammed Mustafâ (sav)nın Rabbi ol-an Allah’a sığınırım..

Bu AN’a kadar edilegelen dedikodularım için de bağışlanma dilerim..

Ve yine bu dua kapsamında, Varîs-i Rasûlullah’tan yardım dilerim bizler için; işin gerçeğine vâkıf olalım diye…

Amin!

Mustafâ Alp
21.06.2012
İZMİR

KADER SEN-SÎN; KENDİNİ TANI - 2

“Processin açığa çıkışına robot-hayvan denmiştir çünkü ŞUUR-suzluğuna(!) işaret edilmek istenerek; o mahalden açığa çıkışı itibariyle” dedik. Ancak ŞUUR-suz, kendine münhasır bir varlık var anlamında değil.. Çünkü varlık TEK’tir! Vahdet-i Vücûd! Bu hakikatten dolayıdır Kİ “ŞUUR-suz hayvan yoktur ancak ŞUUR açığa çıkmaz. Bütün hayvanlar bilinçli yaşar” (Ahmed Hulûsi) denmiştir anlayışıma göre..

Biraz daha açıklamak gerekirse; Şuursuz hayvan yoktur çünkü “hayvan” ismiyle işaret edilen, ASLI itibariyle varlığını ŞUUR’dan-İLİM’den alan bir esma terkipidir.. ŞUURsal-hayâli bir açığa çıkıştır KÖKEN itibariyle… Bu YÜZ-üyle de ŞUUR’suz varlık yoktur elbette.. Bilinçli yani ŞUUR’un açığa çıkmadığı mahâl anlatımı; boyut-sallık(!) farkını anlatabilmek adınadır.. Boyut-sallık farkı derken ayrı ayrı boyutlar var anlamında değil! “ŞUURsal-hayâli bir açığa çıkıştır…” anlatımı her şeyin kuantum potansiyel noktasında cereyan ettiğine işaret eden bir gerçekliktir!  Buradaki ince nüansı iyi değerlendirmek gerekir bana göre..

Varlık (maden, nebat, -hayvan VEYA bu manâları yansıtan dalga formları) açığa çıkış formunda olan her oluş (esma özellikleri terkibi) halk-olmuştur. Yani ABD-tır ve KUL-luğunu şakülesi-programı doğrultusunda ortaya koymaktadır Sünnetûllah gereği.. İŞTE tam da bu yönüyle KADERE TABİDİR!

“Beyninize hükm-edemediğiniz sürece kadere tabisiniz!” (Ahmed Hulûsi)

Beynine HÜKM-etmek ne demektir?

Beynine hükm-edebilme(!) kader sırrına-tekniğine vukûfiyyet iledir.. Yoksa kendini beden, beyin, ruh sanan yapının-açığa çıkışın-farkındalık alanının HİLAFETİ deneyimlemesi(!) muhâldir.. Kader sırrına vâkıf olabilme ise ancak beyinde(!) potansiyel olarak var olan sonsuz-sınırsız esma özelliklerinin ZAT-en açığa çıkmakta olduğunu yaşamak ile yani sistemin hakkıyla OKUnması ile yani o potansiyel NOKTA-sında kendisini bulması ile mümkündür anlayışıma göre..

Beynine hükm-edebilmekten maksat “ARINMIŞLIKTIR”, tasarruf altında olmamaktır bir yönüyle ancak burası ayrı değerlendirilesi bir konu… Yoksa beynine hükmetmek zınnî birimsel bir hürriyet anlamında değildir.. Sefil; çok-luk ZAN-nında iken bilincini HÜR addedendir!.. Çünkü birimsellik yoktur hakikâtte! Ve “HÜR” olmanın dahi level-mertebeleri-açığa çıkışları vardır anlayışıma göre.. (Rical-i Gayb) Ancak beşeri noktada değerlendirilen bir HÜRRİYET DEĞİL!.. Çünkü açığa çıkışın olduğu her noktada bir TAKDİR-KADER söz konusu; o açığa çıkış veli, nebi, rasûl İSMİ ile anılsa dahi… Çünkü veli, nebi, rasûl İSİM-leri hep BEŞERE GÖRE-dir ve SİSTEM içre mekanizma ANA dişlileridir! (Rical-i Gayb-Manevi görevliler)

Velayetin hüküm sürdüğü mahâlle GÖRE ise bu İSİM-ler düşmüştür... SİSTEM’i OKU-yan ŞUUR için KADER kavramı-tabiyyet düşmüş (o mahâlde bedenselliğin hükmünü yitirmesi; beyin-rab-esmâ manâ özelliklerinin hüküm sürmesi HÂLİ; kendi özelliklerini seyr) SEYR başlamıştır; çünkü SEYR-ettiği NOKTA-da ZAMANSALLIK söz konusu değildir!. Halbuki KADER; zamana nispetle, bedensellik-EŞYA kaydı dolayısıyla, zamana tabi olana, anlayışına GÖRE DİLE (irsâliyet) getirilen bir işaret İSMİ-dir; konuya yaklaştırsın diye..

Benim anlayışım o dur ki; beynine hükmetme, KADER SIRRI-na vâkıf olmayı gerektirir. Bu da ancak Hakiki manâda “La ilahe illa Allah”ı yaşamak (sıfat mertebesi-ceberut alemi) ile mümkündür.. Asıl HÜR ismi ile işaret edilen ise bir mahâl olmaktan öte; zamanın İnsan-ı Kâmil ve Gavs isimleriyle bildirilenleridir. (bakınız Ahmed Hulûsi, İnsan ve Sırları, Rical-i Gayb bahsi ve Kavramlar, Hürriyet)

Nasib olmuş ola ki Hakikâti ve yaşantısı açıla size de bize de … Bu konu her ne kadar ÇOK DERİN bir konu olsa da bana GÖRE sistemi OKU-ma yolunda(!) en azından tefekkür edilmesi gerektiğini düşündüğüm için uğramak istedim samimiyetle… EDEP YÂ HÛ! ÎLİM YÂ HÛ!

Konumuza devam edersek; İbliste KADER ve VAHDET bilgisi yeterince açığa çıkmamıştı (Kehf: 50); bu sebeple “Kale feBima ağveyteniy leak'udenne lehüm sıratakel müstekıym; "Yemin ederim ki, (yudillü men yeşau = dilediğine sapmayı yaşattırır; realitesince) beni sapıttırmanın sonucu olarak, onlara engel olmak için senin sırat-ı müstakimine oturacağım!" (Allah İlminden Yansımalarla Kur’an-ı Kerim Çözümü, A’râf – 16) diyerek kulluğunu-programını diğer bir ifadesiyle kadere tabiyyetini dillendirdi!. Bu sisteme göre hilafet değil; tard olunmuşluk açığa çıkışını yaşar!..

Bunu yaşayan KİM!?

Şeytan ismiyle işaret edilen NE? Burada nasıl bir MEKANİZMA işlemekte?

EL HÂFIDZ isminin işaret ettiği manâ, birim-den NASIL ve NE şekilde açığa çıkmakta?

EL VEKİYL ismi niçin HALİFELİK SIRRININ kaynağı bir isim-dir!? KADER ile bağlantısı NEDİR!?

“Allah’ım HALİFETÛLLAH vasfıyla vasıflandır; ŞEYTANİYET vasfıyla değil!” duasının işaretine dikkat edelim… Ve her iki vasfı da “B” işareti kapsamında anlamaya gayret edelim inşâAllah…

HALİFE TEK’tir O’da İNSAN’i MANÂ-dır ve ZAT-en yeryüzünde(!) algıladığımız ve algılayamadığımız varlık-açığa çıkış sahası-platformu-VÜCÛDU İTİBARİYLE işlevdedir! Bunun zerre-nano-beyin-birimsel gözden, kulaktan, dilden, elden, ayaktan seyri ise dilediğincedir…

Allâhu yectebiy ileyHİ men yeşau ve yehdiy ileyHİ men yüniyb;
Allâh dilediğini kendine seçer; kendine yönelenleri de hakikate erdirir!"
(Allah İlminden Yansımalarla Kur’an-ı Kerim Çözümü, Şûra – 13)

Bunun açığa çıkış mekanizması ve harfler(!) ile anlatımı-işareti ise Bir kulum, yararlı ibadetlerle bana yaklaşır; öyle ki, ben o kulumu severim. O`nun görür gözü, işitir kulağı, söyler dili, tutar eli, yürür ayağı olurum” (SAV) hadis-i kûdsisidir.. Bunun anlamı, bu açığa çıkışın; TETİKLEME sistemi gereği olarak ancak nevafil-yararlı çalışmalar görüntüsündeki esma özelliklerinin açığa çıkışı ile mümkün olduğu anlatılmak istenerek sistem ve mekanizmanın işleyişine dikkat çekilmek istenmiştir anlayışıma göre.. Ve dikkat edersek kudsi hadisteki göz, kulak, dil, el, ayak anlatımlı SIRALAMA dahi TETİKLEME-ye ve bunun rastgele değil bir SİSTEM ile açığa çıkışına işaret etmektedir… (Dileyenler, Abdü’l-kerîm b.İbrahim el Cîlî (k.s), İnsan-ı Kâmil, Kırkıncı Bölüm, Fâtiha-i Kitab Hakkında bölümünü inceleyebilir.)

Burada, çoktan TEK’e bakışın getirisi olan “bir yol var, o yolun gerekleri çalışmalar yapıldığında Hakikate erilecek” yanlış algılamasına-illüzyonuna-süper pozisyon bakışına ise, “Kimse ameliyle cennete giremez” (SAV) hadisi ile uyarı-işaret edilerek; “Kendini beden sanma haliyle yapılan çalışmalar seni hakikate erdirmez (cennete giremez değil) ancak beden zannından kurtulduğunda ve nefsinin hakikatini bildiğinde sistemi çözersin ve yaşarsın!” anlamında bir uyarı yapılmıştır.. Yani her ne kadar çoktan TEK’e bakışta çalışmaları “ben” yapıyorum ya da bir çalışma var İLLİZYONU söz konusu ise de TEK’ten çoka bakışta ise her esmâ-fiil bir açığa çıkıştan ibarettir ve o mahâlde(!) fiilin hakiki faili “ben” değil, BEN’dir… Yani bu hadiste de bir mekanizma anlatımı vardır anlayışıma göre..

Burada kısaca değinmeyi istediğim bir konu, ayet-hadis-kudsi hadis tüm “HARF SİSTEMLİ” anlatımlar, FORMÜLLER öncelikli olarak ÇÖZÜM-lenmeyi bekleyen şifrelerdir-anahtarlardır. Bir “HARF DİZİNİ” (bu kelime ya da cümle olabilir) en azından iki yönlü değerlendirilmelidir bana göre..

1.       Boyut-sallıklarına göre işaret ettiği anlam-manâ itibariyle (harften kelimeye)-Tabi Arapça demek istiyorum. “Kur’an’ın bir zahiri, bir batını, bir haddi ve bir matla’ı vardır” (Deylemi)

2.       Harflerin dizilimi-düzeni ve buna bağlı olarak yansıttığı mekanizma şifresi itibariyle

(Dileyen Muhyiddin İbn-i Ârabi, Harflerin İlmi isimli kitabını inceleyebilir)

Konumuza kaldığımız yerden devam edecek olursak, ne demiştik; her ne kadar çoktan TEK’e bakışta çalışmaları “ben” yapıyorum ya da bir çalışma var İLLİZYONU söz konusu ise de TEK’ten çoka bakışta ise her esmâ-fiil bir açığa çıkıştan ibarettir ve o mahâlde fiilin hakiki faili “ben” değil, BEN’dir… Bu açığa çıkışlar ise FÂTIR-ın programlaması ile TETİKLEME MEKANİZMASI üzere; bir KADER (miktar, ölçü) ile açığa çıkıştan başka bir şey değildir..

İşin anlaşılması en zor noktalarından birisi de burası oluyor.. Yani illa ki bilinç, kendisine ulaşan bilgilere rağmen, DÛNUNDA kendisine bir “ben” alanı (farkındalık alanı) verme noktasından kendisini alamıyor (sistem gereği bu açığa çıkış zorunlu-teslim-kınama olmaz; maksat sistemi farketme olmalı).. Yine tüm takdir-kader bilgisine rağmen bilincin mekanizmaya bakışının(!) bir getirisi olan sonsuz olasılıklardan (süper pozisyon algısı) bir tercih-seçim ile kazânın-hükmün değiştirilebileceği İLLÜZYONU; açığa çıkış noktasındaki farkındalık alanına-oluşmuş ben-e aittir. Bir YANILSAMADIR!..

Hâl-bu-ki;

Ve Rabbüke yahlüku ma yeşau ve yahtâr* ma kâne lehümül hıyeretü, subhAnAllâhi ve tealâ 'amma yüşrikûn; Rabbin dilediğini yaratır ve seçer! Onların ihtiyârı (seçim hakkı) yoktur! Allâh Subhan'dır! Şirk koştukları şeylerden Âli'dir! (Allah İlminden Yansımalarla Kur’an-ı Kerim Çözümü, Kasas - 68)

Hemen Hazreti Rasûlulllah Aleyhisselâm’ın duasını hatırlayalım:

-Allahumme lâ mânia lima a'teyte, ve lâ mutıe limâ manâ'te, ve lâ râdde limâ kadâyte!

-Allah’ım, verdiğine mâni olamaz; vermediğini verecek de yoktur; KAZÂNI yani HÜKMÜNÜ reddedecek, yani değiştirecek, bir güç de mevcut değildir. (SAV)

TAKDİR’de var ise DUA eder ve KAZA’yı çevirebilirsin! (Ahmed Hulusi)

Bu süper pozisyon algısı ve illüzyonu; sanki yapılacak çalışmalarla kat edilmesi gereken bir yol varDA, o yolun sonunDA varlığım eriyecekDE Allah’a erilecek zannını  oluşturuyor.. Birimde görünen-görünmeyen ibadet-çalışmaların TEK’ten çoka bakışla bir açığa çıkış olduğu fark edilemiyor.. Zira İRADE ile HÜKMOLUNAN tecelli-i Vahid’tir ve TETİKLEME ile oluşan açığa çıkışta ASLA değişiklik olmaz..

Burada bir bakış açısını düşünelim; BİLİNÇ, bir seçimim var illüzyonundan; TESLİM(!) olarak, “ASLİ vücudum bu biyolojik BEDEN değil; sınırlarını bilemediğim bu EVREN-dir (insanın evreni anlamında değil)noktasına sıçrama yaparak; ASLİ VÜCUDUNU TANIMA İLMİ-ne yönelse; ki bu SİSTEM-i OKU-ma gayretinin TA KENDİ-sidir!.. İşte o zaman bakış(!) BİR AN-da çok değişecektir

Bu şekilde olmaz da “beynin işleyiş sistemi” OKU-nmaya çalışılır; fark etmiyor neticede her iki yol da değişmez-dönüşmez sünnetûllah-ı OKU-ma gayretidir… OKU-nabilirse şayet neticede BİR-LENECEKTİR!. “Allah’a giden yollar nefsler adedincedir” (sav) Tabii ki her bir şey Bİ-iznillah… Allah bizlere “B” harfi ilmini SIR olmaktan çıkarmış olsun inşâAllah; HAZM-ıyla, EDEB-iyle..

İsimler ve görüntüler(!) olduğu sürece potansiyel noktasında sistemi algılamak çok zor ki; bunun getirisi de KADER tekniğini açmıyor bilinçlere.. Çünkü sistem ve mekanizmanın hakkıyla OKU-nması ile ancak kader sırrına erilebilir ve bu da kuantum potansiyel  noktasında kendini bulmanın, yaşamanın önünü açar anlayışıma göre!.

Bir başka yönüyle de, SİSTEM VE MEKANİZMANIN ÖZ-ÜNDE YER ALAN; BÖYLE OLDUĞU İÇİN FARKINDALIK ALANINA BİR TEKLİF OLARAK SUNULAN ÇALIŞMALARIN; çoktan TEK’e bakışla nedensellik (el hakîm) hükmünde olduğuna dikkat çekilmek istenmiştir. Aşama-basamak olsun diye!.

Bir misâl vermek gerekirse; varlığın özündeki âdet-hareket(!) salâttır. Beynin özündeki de!! (Dur Rabbin namazdadır!) O salât (esma özellikleri açığa çıkış platformu-seyri) ise sistemin ta kendisidir! Bu sebeple “Salât dinin (sistemin) direğidir” (SAV) denmiştir anlayışıma göre.. Nasıl denmesin ki ikisi AYN TEK şey!.. Ne var ki gözünü bu bedende açan bilincin bunu yaşayabilmesi; makrodaki veya ÖZ’deki hareketin, mikroda yaşanması (ikamesi, senkronizasyonu), nedenselliğine-açığa çıkışına AYNAlanmıştır…

Yani bir cûz’ün tercihi DEĞİL; KÜLL’ün zerrede yansımasıdır!.. Yani teklif görünümünde tespit denilen hadise!.. “Zerre KÜLL’ün aynasıdır” (SAV)

Salât ZAT-en mevcut (tespit); bize(!) o YAŞANTIYA geçmemiz TEKLİF ediliyor ŞUUR-sal olarak!!! Bunu da ANCAK İKRÂ sağlayabilir!..

Esasen CÛZ denilen; TÜMEL-den bir ALAN (farkındalık alanı) olarak; PARÇA anlamında DEĞİL yani bir ikinci var olmaksızın (LA İLAHE) yaşandığında; fark edilir ki varlıkta açığa çıkan her şey kendinden(!) bir özelliktir; kendi de bu biyolojik beden değildir… İşte o zaman sıra gelir KENDİNİ TANI-maya; sonsuz-sınırsız özelliklerini ve bu özelliklerin nasıl bir SİSTEM ve mekanizma ile açığa çıktığına ve bunun yaşanmasına..

Kader ismi ile işaret edilen SEN-SÎN ve sana “KENDİNİ TANI-man” teklif ediliyor…

“Nasıl bir açığa çıkışa-sisteme sahipsin(!) başını kaldır da bir bak” deniyor…

Anlayışıma göre;

SÜNNETÛLLAH, algılanan ve algılanamayan açığa çıkışların ANA SİSTEMİ’ne işaret eden bir kelimedir ve bu sistemin de Allah’a GÖRE İSİM-lendirilmesidir.. Allah’ın kendisini Allah ismi ile bildirmesi gibi.. Yani kendi açığa çıkış sistemine işaretle bildirdiği KENDİNE GÖRE bir İSİM-dir…

KADER ise aynı ana sisteme işaretle; bir ÖLÇÜ ile açığa çıkışı yaşayan bilincin ANLAYIŞINA GÖRE İSİM-lenmiş bir YÖN-lendirme levhasıdır.

SALÂT ise aynı ana sistemin; bilinç düzeyiyle orantılı olarak yaşanması HÂLİNE-HİSSEDİŞİNE-senkronizasyonuna verilen İSİM-dir; yine biz anlayalım diye.. “Bana dünya-N-ızdan üç şey sevdirildi. Mis koku, kadın, GÖZ-ümün NUR-u namaz (SAV)

Özetle bu yazının kaleme gelmesindeki önemli detay; Kader ismiyle işaret edilenin KENDİNİ TANI-ma=SİSTEMİ OKU-ma noktasında önemli bir konu olduğu hatırlatmasıdır… Bir yandan da HEP AYN TEK-in anlatılmakta olduğunu hatırlamaktır; farklı boyut-sallık ve işlev-selliklerine göre verilen İSİM-lerle..

Hem her ŞEY-in bir TAKDİR olduğu anlatılmakta hem de ELİNİZDEN NE GELİYORSA YAPIN denilmekte; işte bu İKİLİ anlatım İKİLİK-te olan bilince bir SESLENİŞ; yoksa sanılmaya ki bir çelişki var…

Bu ikili anlatıma dirençlerin ortadan kalktığı; bu anlatımın sistem ve mekanizmasının, SAMİMİYETLE OKU-nmaya gayret edildiği bir YENİ dönem DUA-sıyla…

Anladığım o ki; varlığın-ŞEY’in bir şakûle-program ile açığa çıkışına yani “İnna külle şey'in halaknâhu Bi kader; Muhakkak ki biz her şeyi kaderiyle (yazılı - programlanmış) yarattık!(Allah İlminden Yansımalarla Kur’an-ı Kerim Çözümü, Kâmer – 49) ayetinin işaret ettiği sisteme-manâya iman ve bu açığa çıkan sistemin mekanizmasını OKU-ma yolunda İLME (B İlmi - El Esmâ ül Hüsna ve El Ahad üs Samed) ve GAYRET etmeye ihtiyaç(!) vardır.

İlmin gereği uygulamalara ve bu uygulamaların biz(!) mahâllinden açığa çıkmasına ihtiyaç(!) vardır. Bu yaşantının getireceği açılım-sıçrayış ise (kandilde yağ var ise) EL İNSAN ismi ile işaret edilen HALİFETULLAH’ın-ŞUUR’un anlaşılmasını-yaşanmasını sağlayacaktır ŞUUR’da anlayışıma göre…

Paralelinde, açık bir şekilde ifade etmeliyim ki; günümüz anlayışı ile İSLÂM isim-li SİSTEM gerçeğini hakkıyla anlamak ve yaşamak ise talebimiz Rasûlullah’ı anlamak ve yaşamak durumundayız. Eğer O’nu anlamak ve yaşamak noktasında varsa zorluklarımız; o hâl-de O’nu en iyi anlayanı ve yaşayanı YAŞAMAK durumundayız ki; BİZE BİR KAPI AÇILSIN… Lâ ilâhe illâ Allah Muhammed Rasûlullah

Dilene ki; nasip olmuş ola size ve bize BİR-FERD olarak!..

Bir kısım oku-malarıma dayanan ve sırf paylaşım için kaleme gelenler, bana HER iş-im-de ışık(!) olan ve her an sıkıntıya uğramamam için içimden seslenen Rasûlullah’tan ve O’nu çağ-ımız form-unda en iyi anladığına emin olduğum Ahmed Hulûsi’den anlayışım kada(e)r-ıyladır…

Eksikleri nefsimdendir, faydalı paylaşım ise Allah’tandır!. Hepsi de Allah’tandır realitesince; bağışlanma dilerim eksiklerim için.. Duanızı esirgemeyiniz LÛTFEN… Selâm ve Sevgiyle…

Mustafâ Alp
05.05.2012
İZMİR

KADER SEN-SÎN; KENDİNİ TANI - 1

Konuların birbirleriyle olan bağlantılarını kurmak; eski bilgilerle, yeni bilgileri “EŞ ZAMANLAMA” çok önemli; zira açıklanmaya-hatırlatılmaya çalışılan “HEP AYN TEK!”

Mevcut bilgiler ışığında ve tabi anlayışım kadarıyla, hay-e-van (canlı) sınıfında değerlendirilen ins türü(iki ayaklı) HALİFE olamaz konusunu ele aldığımda fark ediyorum ki; değişmez dönüşmez Sünnetûllah’ın, mikro planda ise  Beyin’in yani mayası data-enerji/ilim-kudret özellikleri olan beynin ana sistem ve mekanizmasının ŞUURSAL seyri oluşmadıkça ŞUURDA; hep ZAN üzere devam ede gidecek yaşam..

Yani “İKR” farz İNSAN’a! Ancak insan-sıya farz DEĞİL! Ve her ikisi için de bu açığa çıkışların yaşanmaması  gibi bir durum da ASLA söz konusu değil!..

Burada FARZ kavramı; “sünnetûllah ismi altında esma manâ özelliklerinin açığa çıkışındaki KAÇINILMAZLIK(Tetikleme, Tek olabilirlik) -zaten açığa çıkmış olan-açığa çıkmaması düşünülemez olan” anlamlarına alınmalıdır…

Nitekim bu sistem ve mekanizmanın terminolojideki bakışa göre(!) aldığı bir İSİM de KADER!. Çok olabilirlik (süper pozisyon) ardındaki(!) TEK olabilirlik bunun ta kendisi! Yani sünnetullah’ı OKU-mak ile kaderi OKU-mak AYN TEK ŞEY… Kader ismi ile işaret edilen bir yönüyle(!) yine sen-sin ve sana “kendini tanıman” teklif ediliyor…

“Nasıl bir açığa çıkışa-sisteme sahipsin(!) bir bak” deniyor nefsine işitebiliyorsan şayet…

KADER; boyutumuz-anlayışımız itibariyle kuantum potansiyeldeki olmuş bitmişliğin(!) daha doğrusu BİLGİ’nin (çünkü olmuş-bitmişlik BEŞERİ bir ifadedir), sonsuz-sınırsız noktalardan bir noktadan açılımı ile varlığa-açığa çıkışına ve bu açığa çıkıştaki tekniğe-düzene-mekanizmaya verilen isimdir.

TEK’lik (VAHDET) ile doğrudan ilgilidir ki; KADER, bir başka ifadeyle o noktanın-TEK’in-Vahidiyetin, sonsuz-sınırsız özellikleriyle sistemli-düzenli bir açığa çıkışından-tafsilinden (beyan) başka bir şey değildir!. (kesitsel algılamanın da ötesini kapsamış olarak)

Bir diğer ifadeyle ise; Bu manâların açığa çıkışı bir  SEYR’dir! Allah’ın bu manâları(İLİM) seyretmeyi dilemesinin(İRADE) ismidir(KUDRET) KADER!.. (Göz-le seyr anlamında değil!)

Kelimeye bakan ifadesiyle ise; KAD(e)(i)R ismi yine ilimin kudretle (KÂDİR) diğer ifadeyle datanın enerjiyle açığa çıkan sistem ve düzenine ve bu mekanizmanın AN’da açığa çıkışına (KADR-tecelli-i Vâhid) işaretle verilmiş bir İSİMdir dayandığı KÖK itibariyle!!..

Kadere imanın gereği yaşantının(!) açığa çıkmasında bir zorluk varsa şayet; görüşüme göre Ahiret sürecinin dahi kaderin kapsamında olduğu mekanizmasının idrak edilememesine (Velleziyne yu'minune Bi ma ünzile ileyKE ve ma ünzile min kabliK(E), ve Bil ahireti hum yûkınûn; Onlar hakikatinden sana (boyutsal geçişle) inzâl olunana ve öncekilere inzâl olmuşlara iman ederler; geleceklerindeki sonsuz yaşam süreçlerine de ikân (kesin idrakten kaynaklanan kabul) hâlindedirler. (Allah İlminden Yansımalarla Kur’an-ı Kerim Çözümü, Bakara – 4) veya imandaki zayıflığa dayanır bu neden.. Burası çok önemli! Çünkü hep bu boyut-5 duyu itibariyle anlamaya çalışıyoruz KADER’i.. Halbuki tüm boyutlar(!) noktasında AÇILAN bir KAD(e)R mekanizmasına; en azından iman etmemiz teklif edilmekte bizlere..

Bunu sağlayabilmenin ilk şartı ise beden-ruh/dünya-ahiret ikileminden yani beş duyu kaydından kurtulabilmektir! Bunun için de beden zannından kurtulmuş olmak gerekir! Bunun için de ÖNCELİKLİ konu beden-beyin-ruh işleyişini-processini anlamak gerekir!. Çünkü SIÇRAMA ancak bu ÇÖZÜM-leme ile mümkün olacaktır.. Bedensel yaşam hayvansal (process) yaşamdır ve hayvan formunda açığa çıkmaz hilafet.. Kadere iman bir aşama!. Kader ismiyle işaret edilen, sünnetûllah’ın-sistemin ta kendisidir! Bu sebeple öncelikle böyle bir OLUŞA İMAN etmek farz!. Çünkü daima imanın arkasından gelir İKÂN… Ve bu aşama geçilmek zorunda İKRÂ için..

Peki, gün içerisinde en küçük bir şeye dahi isyan halinde, karşındakini kendine benzetme çabalarıyla, yönetme hırsının an be an devam etmesinde bu aşama nasıl geçilecektir!? Ve geçilemediği takdirde(!) neyi bilemeyeceğiz ve yaşayamayacağız!? Nasip-lilerine ne MUTLU! En azından o mahâllere-dillere iman etmiş olmayı kolaylaştırmış ola Rabbimiz; EVVEL-inde RASÛLULLAH’I görmek üzere… Zira; SIR bilindiğinde DEĞİL; yaşandığında SIR değildir!

İşte konunun ne derece önemli olduğunu vurgulayan iki hadis-i Rasûlullah:

Abdullah b. Feyruz ed- Deylemi şöyle demiştir: Ubeyy b. Ka’b (r.a.)’ın yanına geldim ve kendisine:

-Zihnimi kader ile ilgili bazı sözler karıştırdı. Bana bu hususta bir şey anlat; belki Allâh bu vesveseleri kalbimden giderir dedim.

Übeyy b. Ka’b şöyle konuştu:

-Eğer Allâh, göklerinde ve yerinde bulunanların (hep­sine) azap verseydi, zâlim olmazdı; onların hepsine rahmeti ile muamele etseydi, rahmeti onlara, onların yaptığı işlerden daha hayırlı olurdu.

Allâh yolunda Uhud dağı kadar altın harcasan kadere iman etmedikçe, başına gelenin şaşmayacağına, gelmeyenin de asla sana isâbet etmeyeceğine iman etmedikçe, Allâh bunu senden kabul etmez.

Bundan başka bir inanç üzerine ölürsen, cehenneme gi­rersin! Abdullah Deylemi der ki: "Sonra Abdullah b. Mes’ud’a gittim. O da aynı şeyi söyledi.

Huzeyfe b. Yeman’a gittim, aynı şekilde konuştu. Sonra da Zeyd b. Sabit’e gittim; o da aynı şeyi Allâh Rasûlü (sallâllâhu aleyhi vesellem)’nden nakletti." (Ebu Davud) (Lüzum’s Sünen)

Abdullah b. Amr (r.a.) söylemiştir:

Allâh Rasûlü (sallâllâhu aleyhi vesellem)’i işittim, şöyle diyordu:

-Muhakkak yüce Allâh yarattıklarını (önce) bir karanlık içinde yarattı; sonra onlara nûrundan saçtı! Bu nûrdan nasibini alan kimse hidâyete erdi!.. Nasibini ala­mayan da dalâlete saptı!..

Bunun için, "ALLÂH’ın ilmine göre kalem kurudu!.. yani işlerin takdiri son bulmuş ve kalemin yazacağı bir şey kalmamıştır" derim. Tırmızî (İmam b. Hasan senetle)

(daha detaylı bilgi için bakınız Ahmed Hulûsi -  Akıl ve İman – Kader Bahsi, Kader sohbetleri)

Yeryüzünde halife olarak açığa çıkış ancak O’NA(!) aittir! Ve kandilinde yağ olan dilediği mahalde, tasarruf eder-açığa çıkışı yaşar; birimsel(!) olarak dahi…

Sistem, mekanizma, sünnetullah, process, kader, isimleriyle anlatılmak istenen hep AYN TEK’tir farklı boyutsallık ve işlevselliklerine işaret eden; anlayışa göre OLUŞMUŞ İSİMLER!. Ne var ki TEK’lik yaşantısı dahi olsa ikilik anlatımıyla oluyor hikmetten.. Buna da MECAZ demişler.  Çünkü hakikât DİLE gelmiyor! DİLE geldiğinde ise hakikat değil mecaz oluyor; anlayışa göre hitap oluyor!.. Hakikati bilip, yaşayaNın hitabı HEP anlayışlar üzerindendir. Zira öyle olmasa, HİÇ konuşmaması (açığa çıkış-meydana geliş olmaması) icab ederdi...

“İlim bir nokta idi; onu cahiller çoğalttı” Hz. Âli (kv)

Yine bu HİKMETTENDİR ki; “TEK’lik ancak ŞUUR’da yaşanır!” (Ahmed Hulûsi)

Processin açığa çıkışına beşeri anlamda hayvan-dabbe ismi verilmiştir... Buna robot da diyebiliriz esasen.. Çünkü çokta uzak değil görüşüme göre “bilinçli robotlar” üretimi İNSAN EL-inden!.. Processin açığa çıkışına hayvan denmiştir çünkü ŞUURsuzluğuna(!) işaret edilmek istenerek; o mahalden açığa çıkışı itibariyle.. O mahalden açığa çıkışta şuur değil bilinç vardır. Esasen “Bilinç” kelimesi arapça “Şuur” kelimesini karşılamak üzere türetilmiştir. Ancak ŞUUR’un açığa çıkmadığı mahâl anlatımı için “Bilinç” kelimesini kullanmak çok işlevsel ve yerindedir..

Buna göre tefekkürümde oluşan-açığa çıkan bazı tanımlamaları siz kardeşlerimle paylaşmak istiyorum..

ŞUUR; Sistemi (cem’i-tümeli) OKU-muş BİL-me-dir!.. (Beyan-ı da kapsamış olarak) Not: Beyan; tafsili bilme. Yani ŞUUR’un meydana gelişi (ceale) SİSTEM’i OKU-muş olmayı gerektirir..

Bilinç; bilinesi-bilinecek şey-mahâl anlamındadır… (Nefsini bilen Rabbini bilir – sav) Gülünç, övünç, sevinç vs. örnekler aynı şekilde elde edilmiş türevlerdir..  Gülünç; gülünecek şey anlamında gibi..

ŞUUR’a NEFS-ini bilme hali açık; bilince ise örtülüdür; o sebeple bilinecek-tanınacak nefs hükmündedir aşama aşama anlayışıma göre…

İman ise; bilincin soyut(!) B-İLGİ-ye olan SÜREKLİ çekimi(!) anlamına düşünülebilir yine bana göre… Zira ancak böyle olursa bilincin kendini bilme hali açığa çıkabilir aşama aşama.. Bu da mekanizma gereği İMAN NURU-nun açığa çıkışını zorunlu kılmakta..

Şimdi bunları birleştirirsek:

HALİFE-ŞUUR-un meydana gelişi (ceale), öncelikle BİLİNESİ bir bilinci (haleka); bilincin de BİLGİ-ye olan çekimini (iman) ve o bilginin de (akıl ile) değerlendirilerek yaşamda uygulanmasını gerektirir sistem ve mekanizma gereği!..

Yani önce bilgi son haddine kadar akıl ile değerlendirilecek, gelinen sınırda ise iman devreye girecek  ve bunun sonu hiç bitmeyecek(!) Aşama aşama açılan-ikân halini alan nefs-bilinç(!) mertebeleri.. Mutmainne, radiye, mardiye, safiye… YA SONRA!!!???

Mustafâ Alp
05.05.2012
İZMİR