İlk olarak; Pişmanlık-nedâmet nefse
ait bir olgudur..
Dolayısıyla “nefs kalkmadan pişmanlık
da kalkmaz” diye düşünülebilir ancak bunun tam ifadesi “nefs tezkiye olmadan
pişmanlık kalkmaz” şeklindedir, diyebiliriz.
Ve hatta Rasûlullah Efendimiz’in “Nefsini
bilen Rabbini bilir” işaretini de bu doğrultuda değerlendirebiliriz
anlayışıma göre..
Nefs, kişideki “ben” hâlidir.. Kişi olarak
anılması dahi bu sebeptendir…
Kendisini kişi olarak algılayan nefse
ise bu ZAN-dan arınması teklif edilir.
Nefs-i
tezkiye olarak isim-lenen bilincin arınışı mekanizmasındaki önemli bir dişlidir
PİŞMANLIK!
Nefsin, pişmanlık yaşantısına ihtiyacı
vardır; arınması için..
Rasûlullah Efendimiz
“Pişmanlık, nedâmet tövbedir” der.
Pişmanlık olmasa, içine düştüğün hâli
bilemeyeceksin, bir farkındalığın olmayacak, törpülenmeler oluşmayacak.. Yani tekâmül
için pişmanlığa ihtiyaç var.. İçeri giriş kapısı..
İkinci olarak; Pişmanlık duymayan
bilinç yoktur.. Hangi bilinç durumunda olunursa olunsun, pişmanlık söz
konusudur.
İstisnasız tüm bilinçler pişmanlık
duyar. Aradaki fark pişmanlığın olup olmamasında değil; pişmanlık duyulan
durumdan ders alınıp alınmamasıyla yani yaşantının akıl ile değerlendirilip
değerlendirilememesindedir.
Şayet akıl ile değerlendirilmişse o
süreç; bilinçte bir arınma meydana getirecek ve bir sonraki benzer durumlar
için beyin bağlantılarını kuracak ve aynı pişmanlığı bir daha yaşamamak üzere
yolunu çizecektir.
Şayet akıl ile değerlendirilememişse o
süreç; aynı yaşantının içine çok kereler daha düşülmesi işten değildir. Nitekim
sürekli pişmanlıkları yaşayan, birçok kereler tövbe edip tövbelerini bozan
bilinçleri görür, bilirsiniz çevrenizde..
Tam burada şu hadis-i Rasûlullah’ı hatırlayalım, “Mü'min aynı
delikten iki defa sokulmaz, ısırılmaz." (Buhârî, Edeb, 83;
Müslim, Zühd, 63)
Çünkü Mü’min yani iman ehli aklını
değerlendirendir. Akıllı ise; sonsuz yaşam skalasında en uzağı gör-e-bilen ve
ona göre yaşamına-bilincine yön verendir…
Soruluyor Hz. Rasûlullah'a...
Yâ Rasûlullah, müminlerin hangisi daha akıllı,
şuurludur?..
Ölümle başına geleceği en çok hatırlayan
ve ölüm ötesi hayatı için en güzel şekilde hazırlananı...
İşte onlar en akıllı-şuurlu olandır... diyor. (Tirmizi)
Hangi bilinç durumunda olunursa olunsun,
pişmanlık söz konusu..
Çünkü her bilinç durumunda, kendi
bilinç düzeyine göre İSMİ pişmanlık olan
bir ALGI-HİS-YAYIN vardır.. Bunun nedeni sonsuz-sınırsız Esmâ özelliklerine
nispetle birimde-beyinde o özelliklerin belli bir kapasitede açığa çıkışıdır. İSMİ pişmanlık olan dahi bir Esmâ açığa
çıkışıdır ki; beşeri anlayış ile sınırlandırılamaz; sistem içerisindeki
işlevinin çok yönlü olabileceğini hatırlamak gerekir anlayışıma göre..
Çünkü bu konuda Rasûlullah Efendimizin bize bir işareti var. "Ölüp de pişman olmayan yoktur; mutlaka
herkes nedâmet duyar: Muhsin olan hayrını daha çok artırmadığı için pişman
olur, nedâmet duyar. Kötü yolda olan da nefsini kötülükten çekip almadığına
pişman olur, nedâmet duyar." (Tirmizî, Zühd 59, hadis no: 2405)
Peki, bu nasıl oluyor? Neden böyle?
Hem cennet yaşantısında sıkılma,
üzülme vs. mefhumlara yer yok deniyor. Hem de o hâlde de pişmanlığın
olacağından bahsediliyor.
Önce cehennem hâline bakalım; cehennem
ehli pişmandır çünkü bâ’s ile ölümü tadış ile beynini değerlendirememesinin
neticesi olarak açığa çıkaramadığı özelliklerin NELER olduğu ve NASIL olduğu
sistem müşahedesi kendisine açılır. Bu hal ile pişmanlık duyar, bilincinde
PİŞMANLIK oluşur. Neticesi de YANMA-dır.
Cennet ehli pişmandır. Neden? O da beynini
dünya yaşamında iken yeterince(!) daha da iyisiyle değerlendiremediğini ba’s
ile fark eder ve açığa çıkaramadıkları bilgisinden dolayı pişmandır. Allah’ın güzelliklerinin (El Esmâ ül Hüsnâ)
sonu yoktur!.. Bilincinde farkındalığa dair bir pişmanlık vardır.
Neticesinde YANMA olmaz. Ancak dediğim gibi bu pişmanlığı yanmaya dayanan bir
pişmanlık olarak düşünmeyelim. Ve hatta yanma tabirleri dahi beşere göre
ifadelenmiştir.
NOT: Bu iki hâli, bilincin ve
bedenlerin BA’S olmaları yönünden iki türlü değerlendirelim.
Rasûlullah Efendimiz
buyuruyor ki: “Cennet ehli hiçbir şeye
pişmanlık duymaz. Yalnız, Allah’ı zikir-siz geçirdikleri vakitler için pişman
olurlar. (Hâkim)
Buradaki pişmanlık elbette cehennem
ehlinin pişmanlığından farklı bir pişmanlık olarak açığa çıkar. Yine o kendi
bilinç düzeyi noktasında cennet halini yaşar.
Burada şu misâli verebiliriz anlayışa
kolaylık olsun diye:
Padişahın biri, gece bir yerden
geçerken askerlerine, “Buradaki taşlardan alabilirsiniz” der. Kimi emre uyar az
veya çok taş alır, kimi taşın yükünü niye çekeyim diye almaz. Ülkelerine
gelince, aldığı taşlara bakarlar ki hepsi kıymetli taşlar. Almayan pişman
olduğu gibi, alan da pişman olur. Alan niye daha çok almadım diye pişman olur.
Çok alan da niye daha çok almadım diye pişman olur. Elbette çok alanla hiç almayanın
pişmanlığı aynı olmaz.
Son olarak da; Varlık(!) müşahedesi olduğu sürece pişmanlık kalkmaz!..
İnsandaki vehim kuvvesinin şartlanmalarla
“yok”u var, “var”ı yok olarak
düşünmesi sonucu; insana kendini Allâh Esmâ’sı dışında bağımsız bir varlık ve beden kabul ettiren; bunun sonucu olarak da
gökte bir tanrı kabulüne yönlendiren, taşlanmış şeytanî vesveselerden,
Hakikatim olan Allâh Esmâ’sının koruyucu kuvvelerine sığınırım. (Kur’an-ı Kerîm Çözümü)
Varlığın(ın), Esmâ özelliklerinin
açığa çıkışından başka-dûnunda ikinci bir şey olmadığı-olamayacağı
realitesinden perdeli olarak kendine-karşıdakine(!) bağımsız bir varlık
atfedildiği sürece; o bilincin örtülü-perdeli bir bilinç olması hasebiyle
aldığı kararların SİSTEME uygun olmaması, pişmanlık olgusunu hep yaşatacaktır o
bilince..
Aynaya bakıyorsun var-ım diyorsun;
karşındakine bakıyorsun var diyorsun; elbette VAR-lar ve VAR-lığı da HAK-tır.
HAKKA NİSPETLE VAR-dır; YOK sayamazsın… Ancak
ne zaman ki oradaki İSME NİSPETLE bir varlık müşahedesi oldu. İşte bu
görüş-bilinç sebebiyle tetiklenen mekanizma, bir sonraki aşamada gereğini
sükût-u hayâl olarak yaşatacak ve pişmanlığı getirecektir peşinden; Bi Hamdihi
mekanizmasıyla..
İSME NİSPETLE varlık müşahedesi ise
“Eûzü”de oku-duğumuz üzere vehim kuvvesinin ŞARTLANMALARLA düşünmesinin bir
neticesidir. Bir başka ifadeyle bilincin şartlanmalara bürünmesinin
neticesidir..
NOT: Tabiatın istek ve arzuları
şartlanmalar kapsamında değerlendirilir. Zira bilincin kendini beden kabulü bir
şartlanmanın neticesidir. Şartlanmaların varlığı ise bir bilincin varlığının
getirisidir. Bu sebepten, “EÛZÜ”de sadece ŞARTLANMALAR ifadesi geçmektedir,
anlayışıma göre..
Yani bilincin şartlanmalardan
arındırılması, PİŞMANLIĞIN (oluşmuş
benin) gerçekte var olmadığını yaşamanın önünü açmak için zaruridir. Aynı
zamanda pişmanlıklar; nefs-i tezkiye
olarak isim-lenen bilincin arınışı mekanizmasındaki önemli dişlilerdir!
İnsan;
bu süreci kendisinde bir mekanizma olarak fark eden ve akıl ile
değerlendirendir..
Küçük
pişmanlıklar (arınma süreci, mekanizma farkındalığı), BÜYÜK PİŞMANLIĞI (oluşmuş
beni) kaldırmak(!) içindir...
Esasen kalkan, gelen, giden bir şey de
yok bildiğiniz üzere.. Bilincin algılama kapasitesine göre aldığı İSİM-lerdir
bunlar.. İşin aslı perdenin kalkması, görüş-ün (rü’yet) berraklaşmasıdır..
Doğduğuna
pişmandır insan; ta ki ikinci(!) doğum ola…
Peki ikinci doğumdan maksat nedir?
Kaldırılacak ikinci bir şey olmadığına göre..
Bilincin ŞARTLANMALARDAN arındırılması,
PİŞMANLIĞIN nedenini oluşturan İSME NİSPETLE var-lık müşahedesinin-vehminin
kalkmasıyla; HAKKA NİSPETLE VAR-lık müşahedesinin ise HAK olduğunu yaşamak(!)
ile mümkün olur.. Bir diğer ismi de ÖLÜM-dür o DOĞUM-un..
Bunu sağlayacak olan tek şey ise
Rabb-ül Âlemin’e İMAN ile OKU-nan bir “EÛZÜ”dür.
O hâl ile OKU-nan; “BismillahirRahmanirRahiym” OL-ması
gerektiği için DİL-lenir ve “AŞK” ile
söylenir.
Dillenen AŞK’ın kendisidir!..
AŞK için YANMA ne anlam ifade eder
ki..
YAN-dıkça OL-ur; OL-dukça YAY-ılır…
(Bast olur)
Cennete sormuşlar hâlin nice diye
Cehennem olmasa n’eyleyim diye nidâ
etmiş..
Cehenneme sormuşlar hâlin nicedir diye
Cennet olmasa n’eyleyim diye nidâ etmiş..
Cennet-cehennem ancak AŞK bast olunca
imiş..
SIRF AŞK ol-an NOKTA-da (Esmâ
mertebesi) ise ne pişmanlık-tan ne de yanma-dan söz edilirmiş…”
Rabbimiz “BismillahirRahmanirRahiym” demiş olmayı nasip-ihsân etmiş olsun bizlere
inşâallah..
Bu dile gelenlerin dedikodusunda
kalmaktan, Yer-yüzü-nü yaşamış fevkalâde (bilinenlerin ve bilinmeyenlerin
üstünde) İNSAN ol-an Hz. Ahmed Muhammed Mustafâ (sav)nın Rabbi ol-an Allah’a
sığınırım..
Bu AN’a kadar edilegelen dedikodularım
için de bağışlanma dilerim..
Ve yine bu dua kapsamında, Varîs-i
Rasûlullah’tan yardım dilerim bizler için; işin gerçeğine vâkıf olalım diye…
Amin!
Mustafâ Alp
21.06.2012
İZMİR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder