18 Ocak 2013 Cuma

MÂRİFET HANGİSİNDE?..


Aşık olmak; AŞK olmaya sevk için..

Hiç duymadın mı; kendisi olmadan olmaz diye!..

Kendinde bulamadığını bulduğun “mahal”den maksat; kendinde olanın sana fark ettirilmesinden ibarettir...

Görebiliyorsan şayet; o bulduğun sende var olanın ta kendisidir!..

Bilgi inzâl olmuş; hatırlatma vukû bulmuştur...

Bu kendisine HAK olanın; varacağı menzilde kendisine şöyle hitap olunur:

“Kendinde bulamadığını bulduğun yerin ismi ilâhtır!

İlâhını terk edip; kendinde bulamadıkça olunmaz AŞK..

Bilgi ilâhtır! Bunu fark edemiyor musun!?

TERK-in dahi manâsını yanlış anlayan Ey Nefs!..

Emr-olunduğun gibi dosdoğru ve istikâmet üzere ol!..”


Bu yazıyı okuyan Güzel İnsan...

Mevlana'ya AŞK nedir diye sordular; aşık nedir diye değil ki..

Şayet öyle sorsalar idi; elbet bir cevabı vardı O Güzelin..

Ancak O “AŞK nedir” sorusuna verilebilecek “TEK ve NET” cevabı verdi..

"BEN OL da BİL" dedi...

Bundan kelli söylenecek hangi söz AŞK’ı anlatabilir ki...

Buna manâ ile şöyle dedim:

Her söylenen; “işaret” oldu bu Vücûd’ta...

“İşaret” bu menzilde sondur sanma..

Her biri inşâ eder seni “Sûr’a”...

“Kur’ân” OLmadan bilinesi değil...


Ey Güzel!

Aşık ve maşuku da kapsayan cereyana(?) verilen isimdir AŞK...

Aşık’ın Hakiki AŞK’ı bilmesi asla mümkün olmaz..

Zaman perdesinden geçmedikçe "AŞK" tadılmaz...

Mecâzını bir düşün de fark et; sevdiğinle ne de hızlı geçer zaman.. Peki ya Hakikisi...

AŞK’ı ancak MAŞUK bilir, MAŞUK yaşar!..

Aşık, AŞK’ı yaşamak üzere dönülmez yola düşene; MAŞUK ise AŞK’ı yaşamış olana verilen isimdir...

Bir maşuk vardır; bir de MAŞUK… Bu ikisini birbirine karıştırmamak gerekir..

AŞK kendisinde tadılmış, yaşanmış, açığa çıkmış anlamına olarak MAŞUK derler O’na...

Zat’en çekimi de bundan meydana gelir...

Aşık; MAŞUK değildir!!

MAŞUK için de aşık olunacak “mahal” kalmamıştır!…

MAŞUK, AŞK’ın Hakikatini yaşamış; HAŞYET ismini almıştır O’nda yaşanan…

MAŞUK ismini alması dahi O’na aşık olanların, yönelenlerin bakışından, isimlendirmesinden başka bir şey değildir!.

Yoksa böyle bir perde(!) olmaz O’nda..

HAŞYET’in yaşandığı mahallerdir asıl aşık olunanlar, kendisine yönelinenler; MAŞUK ismine muhatap olanlar..


AŞK’a girilip-çıkılmaz; AŞK ‘a istidat ya vardır ya yoktur!...

Perdeli olanın aşk algısı, görüşü, beklentisi şartlana geldiği şekilde olduğundan; asla AŞK’ı bilemez, tanıyamaz..

Duygusallığın; kendini tatmin etmenin arayışı içerisinde çok kereler sükûtu yaşar bu nedenle..

Ders de alamaz ve der ki: “Hep aynı şeyleri yaşıyorum neden!?”

Bir MAŞUK’a DENK gelse; O’nun kapsayıcılığını göremediğinden; zannındaki aşkı bulamadığından; terk eder şefaati...

Şefaatin reddi çoğu kez hiç fakında olmadığın bir şekilde/mekanikle oluşur...

Bunlar Aşk zannında olanlardır; perdelilerdir...

AŞK’a istidatlı/programlı olanlar ise şu kadar veya bu kadar...

Perdeler/mecazlar ile pişerek; Hakiki AŞK’ı yaşamanın dönülmez cihadı içerisinde; “AŞK olma” peşindedir...

Bu nihayet(!) bulur veya bulmaz...

Buradaki nükteyi fark et!..

Yakan AŞK değil; sendeki kabullerdir! Kabulleri olanda AŞK açığa çıkmaz!

AŞK yakmaz(!); AŞK-ı Hakikiyi yaşayan yanmaz!..

AŞK’ta henüz Rabbinin likâsına kavuşamamanın Öz'lemi vardır o kadar...

AŞK, seni olduğun yerde saymaktan kurtaran(!) ŞEY’in cereyanından ibarettir...

Bak ve Gör!

İMAN’ın bir cüzü dahi söndürür tüm ateşleri...

İşlevini bilen ve yaşayanda duygusallık olmaz!... AŞK için ne yanmak vardır; ne de yakmak!...

Aşık yanabilir; ancak AŞK yakmaz, yanmaz; ZULÜM ETMEZ AŞK...

Beşeriyet örtüsünü üzerinde taşıyana, örtülüdür bu Hakikat...

Sen “OL”madın diye AŞK yok değildir!..

AŞK’ın elemanlarıdır yanan; yine birbirlerine göre...

İşte o cereyandır AŞK-ı Hakikiyi ayakta tutan...

GÜNEŞ’e bir bak; elemanlarına bir Bak ve Gör!

Hidrojenin Helyuma dönüşmesini; aşk ile kendini onda yok etmesini görmüyor musun?

Peki GÜNEŞ kendisi yanıyor mu, yakıyor mu?..

...??

Beşer eli değmeyen AŞK neredee... AŞK zannedilen putlar nerede...

AŞK kişiye değil; İNSAN'a duyulan bir haslettir...

AŞK yaşanmadan; aşık ve maşuk kapsanmadan HAŞYET meydana çıkası değildir!..

HAŞYET’i yaşayan mahallin, dışsaldan görünümü AŞK ile ifade edilir; hâlbuki onun yaşantısı AŞK’ın da ötesindedir...

Çünkü dile/surete(?) gelmeyen bir ŞEY’in ancak dile/surete(!) geleni müşâhede edilir...

HAŞYET’te cereyan olmaz; cereyan AŞK için geçerlidir...

MAŞUK’un sözü şiir değil; HİKMET’tir!..

“O bir şair sözü değildir… İmanınız çok kısıtlı!” (Hakka:41) ayetini işitmedin mi?

Bu manâda yazdığım dizeler şöyle:

“Varlığın cereyan ettiği, TEK BİR HAVUZ’dur…

Balıklarına verilen isim aşık ve maşuktur..

Şairlerin pusulası ayrılığı gösteriyor..

Ayrı-gayrı olmasa hiç şiir mi olur!..

İnsan'a vüs’atince AŞK’ı yaşatan ancak İMAN’dır...

AŞK Hakk'ıyla yaşandığında ötesine varılır..”


Ey Güzel İnsan...

Hakikatte her noktada yaşanan AŞK’tan ibarettir...

O cereyanı görmeye ancak KALB gerekir...

Bu manâda söylenecek daha sözlerim var..

Ancak sözü bilmeye de, ifadeye de “KELİM” gerekir...

Biz burada dur diyelim...

Daha iyi anlamaya HİMMET edelim...

Anlamanın yolu ancak susmaktan geçer...

Gökten nev-i kırıntılara burada son verelim...


Ve son olarak unutma ki!

“Gel aşkı anlatayım diyene inanma!.

Gel! Sen bu işi anlatana(!) bırakma!..

Her kim ne dese bu hususta..

Kendi olmadan bilinesi değil...”


Allah’ım... Rasûlullah aleyhisselâm’a “Semî ve Basîr” olmayı nasip et bize...

Salât ve Selâm eyle O NEBİ’ye halimizle...

Bu yazıyı okuyanları, okunmasına vesile olanları “Güzeller” arasına ilhâk eyle...

Şüphesiz kiİnnallahe cemîlûn muhibbûl cemâl”

Amin!


Mustafâ Alp
01.01.2013
İZMİR

13 Ocak 2013 Pazar

EŞ ŞEYTAN İSMİ İLE İŞARET EDİLEN!..


Eş şeytan! Sen bir MELeKsin; sen olmasan nice olurdu hâlim…

Tekâmül edemez, kendimi tanıyamazdım!..

Sen görevini(!) yapmaktasın; çok sadıksın sen…

Senin sayende fark ettim azla yetinilemeyeceğini; korunmanın önemini fark ettirdin..

Yaptığın “türlü oyunlarla” her an düşünmemin önünü açtın..

Senin sayende anladım her an uyanık olmak ne imiş..

Ve sen vesile(!) oldun kendimdeki birçok özelliği tanımama ve en önemlisi de senin dahi bana ait (BEN’den) bir özellik olduğunu fark ettirdin bana…

Nasıl teşekkûr edeyim ki sana!. Çok şeyler HATIRLATTIN sen bana Eş şeytan...

Bir bilseler senin asli görevini, düşman değil; dost(!?) olduğunu..

Beşeriyet kaydından öte insanın kendini tanımasına, tekâmül etmesine vesile olan "muhalif" (karşı durarak-ZITLAŞARAK(!) tekamülün devamlılığını sağlayan kuvve) gör-üntü-sün-de bir yazılım-program-KUVVE olduğunu; bir farketseler..

İşte o zaman anlarlardı senin MÜSLÜMAN-teslim olduğunu!..

Vazgeçerlerdi o hâl-de(!) sana şeytan demekten ve anlarlardı daha öncesinde, şeytaniyet vasfıyla NEYİN-KİMİN işlevde olduğunu(!)

Sana minnettarım, beni sabitlenmekten-DURAĞANLIKTAN kurtardın(!)

Şimdi BİR-likte çalışmaya(!) geldi sıra; başkalarına(!) da vesile olmaya!..

Sen bir MELeKsin! İlk görevini(!) söylüyorum DİN-le bakalım..

Hazır mısın?

…….!!

DİN-le o HÂL-DE(!)

Meleklere: "Secde edin Âdem'e" dediğimizde secde ettiler (yoktan varolmuştaki Esmâ'dan meydana gelmiş varlığa - Esmâ mertebesine)... Ancak İblis, benliğinin yüceliğinden (enfüsünde gördüğüyle âfaktaki hakikatten perdelenerek) inkâr etti. Hakikati inkâr edenlerden (kâfir) oldu. (Bakara-34)

…….??

FeSubhânAllah…

EL Hamdûlillah…

Allahû ekber!..

Euzü B illahi min “Eş Şeytan” ir racim B ismillah ir Rahman ir Rahıym...


Mustafâ Alp
25.02.2012
İzmir