Aşık olmak; AŞK
olmaya sevk için..
Hiç duymadın mı; kendisi olmadan olmaz diye!..
Kendinde bulamadığını bulduğun “mahal”den maksat; kendinde olanın sana fark ettirilmesinden ibarettir...
Görebiliyorsan
şayet; o bulduğun sende var olanın
ta kendisidir!..
Bilgi inzâl
olmuş; hatırlatma vukû bulmuştur...
Bu kendisine HAK olanın; varacağı menzilde kendisine şöyle
hitap olunur:
“Kendinde bulamadığını
bulduğun yerin ismi ilâhtır!
İlâhını terk edip;
kendinde bulamadıkça olunmaz AŞK..
Bilgi ilâhtır! Bunu
fark edemiyor musun!?
TERK-in dahi manâsını
yanlış anlayan Ey Nefs!..
Emr-olunduğun gibi
dosdoğru ve istikâmet üzere ol!..”
Bu yazıyı okuyan Güzel
İnsan...
Mevlana'ya AŞK
nedir diye sordular; aşık nedir diye
değil ki..
Şayet öyle sorsalar idi; elbet bir cevabı vardı O Güzelin..
Ancak O “AŞK nedir” sorusuna verilebilecek “TEK ve NET” cevabı verdi..
"BEN OL da BİL" dedi...
Bundan kelli söylenecek hangi söz AŞK’ı anlatabilir ki...
Buna manâ ile şöyle dedim:
Her söylenen; “işaret” oldu bu Vücûd’ta...
“İşaret” bu menzilde sondur
sanma..
Her biri inşâ eder
seni “Sûr’a”...
“Kur’ân” OLmadan
bilinesi değil...
Ey Güzel!
Aşık ve maşuku da kapsayan cereyana(?) verilen isimdir AŞK...
Aşık’ın Hakiki AŞK’ı
bilmesi asla mümkün olmaz..
Zaman perdesinden geçmedikçe
"AŞK" tadılmaz...
Mecâzını bir düşün de fark et; sevdiğinle ne de hızlı geçer zaman..
Peki ya Hakikisi...
AŞK’ı ancak MAŞUK bilir, MAŞUK yaşar!..
Aşık, AŞK’ı yaşamak üzere dönülmez yola düşene; MAŞUK ise AŞK’ı yaşamış olana verilen isimdir...
Bir maşuk vardır; bir de MAŞUK… Bu ikisini birbirine karıştırmamak gerekir..
AŞK kendisinde tadılmış,
yaşanmış, açığa çıkmış anlamına olarak MAŞUK derler O’na...
Zat’en çekimi de
bundan meydana gelir...
Aşık; MAŞUK değildir!!
MAŞUK için de aşık olunacak “mahal” kalmamıştır!…
MAŞUK, AŞK’ın Hakikatini yaşamış; HAŞYET ismini almıştır O’nda yaşanan…
MAŞUK ismini alması dahi O’na aşık olanların, yönelenlerin
bakışından, isimlendirmesinden başka
bir şey değildir!.
Yoksa böyle bir perde(!)
olmaz O’nda..
HAŞYET’in
yaşandığı mahallerdir asıl aşık olunanlar, kendisine yönelinenler; MAŞUK ismine muhatap olanlar..
AŞK’a girilip-çıkılmaz;
AŞK ‘a istidat ya vardır ya yoktur!...
Perdeli olanın aşk algısı, görüşü, beklentisi şartlana geldiği şekilde olduğundan; asla AŞK’ı
bilemez, tanıyamaz..
Duygusallığın;
kendini tatmin etmenin arayışı içerisinde çok kereler sükûtu yaşar bu nedenle..
Ders de alamaz ve der ki: “Hep aynı şeyleri yaşıyorum neden!?”
Bir MAŞUK’a DENK
gelse; O’nun kapsayıcılığını
göremediğinden; zannındaki aşkı
bulamadığından; terk eder şefaati...
Şefaatin reddi
çoğu kez hiç fakında olmadığın bir
şekilde/mekanikle oluşur...
Bunlar Aşk zannında
olanlardır; perdelilerdir...
AŞK’a
istidatlı/programlı olanlar ise şu kadar
veya bu kadar...
Perdeler/mecazlar ile pişerek;
Hakiki AŞK’ı yaşamanın dönülmez cihadı
içerisinde; “AŞK olma” peşindedir...
Bu nihayet(!) bulur veya bulmaz...
Buradaki nükteyi fark
et!..
Yakan AŞK değil; sendeki kabullerdir! Kabulleri olanda AŞK açığa çıkmaz!
AŞK
yakmaz(!); AŞK-ı Hakikiyi yaşayan
yanmaz!..
AŞK’ta
henüz Rabbinin likâsına kavuşamamanın
Öz'lemi vardır o kadar...
AŞK,
seni olduğun yerde saymaktan kurtaran(!)
ŞEY’in cereyanından ibarettir...
Bak ve Gör!
İMAN’ın bir cüzü dahi söndürür
tüm ateşleri...
İşlevini bilen ve yaşayanda
duygusallık olmaz!... AŞK için ne yanmak vardır; ne de yakmak!...
Aşık
yanabilir; ancak AŞK yakmaz, yanmaz; ZULÜM ETMEZ AŞK...
Beşeriyet örtüsünü üzerinde
taşıyana, örtülüdür bu Hakikat...
Sen
“OL”madın diye AŞK yok değildir!..
AŞK’ın
elemanlarıdır yanan; yine
birbirlerine göre...
İşte
o cereyandır AŞK-ı Hakikiyi ayakta
tutan...
GÜNEŞ’e
bir bak; elemanlarına bir Bak ve Gör!
Hidrojenin
Helyuma dönüşmesini; aşk ile kendini
onda yok etmesini görmüyor musun?
Peki
GÜNEŞ kendisi yanıyor mu, yakıyor mu?..
...??
Beşer eli değmeyen AŞK neredee...
AŞK zannedilen putlar nerede...
AŞK
kişiye değil; İNSAN'a duyulan bir haslettir...
AŞK yaşanmadan; aşık
ve maşuk kapsanmadan HAŞYET meydana çıkası değildir!..
HAŞYET’i yaşayan mahallin, dışsaldan görünümü AŞK ile ifade edilir; hâlbuki onun yaşantısı AŞK’ın
da ötesindedir...
Çünkü dile/surete(?)
gelmeyen bir ŞEY’in ancak dile/surete(!) geleni müşâhede edilir...
HAŞYET’te cereyan
olmaz; cereyan AŞK için geçerlidir...
MAŞUK’un sözü
şiir değil; HİKMET’tir!..
“O bir şair sözü
değildir… İmanınız çok kısıtlı!” (Hakka:41)
ayetini işitmedin mi?
Bu manâda yazdığım dizeler şöyle:
“Varlığın cereyan
ettiği, TEK BİR HAVUZ’dur…
Balıklarına verilen
isim aşık ve maşuktur..
Şairlerin pusulası
ayrılığı gösteriyor..
Ayrı-gayrı olmasa hiç
şiir mi olur!..
İnsan'a vüs’atince AŞK’ı
yaşatan ancak İMAN’dır...
AŞK Hakk'ıyla yaşandığında
ötesine varılır..”
Ey Güzel İnsan...
Hakikatte her noktada
yaşanan AŞK’tan ibarettir...
O cereyanı görmeye ancak KALB gerekir...
Bu manâda söylenecek
daha sözlerim var..
Ancak sözü
bilmeye de, ifadeye de “KELİM” gerekir...
Biz burada dur
diyelim...
Daha iyi anlamaya HİMMET
edelim...
Anlamanın yolu ancak
susmaktan geçer...
Gökten nev-i kırıntılara burada son verelim...
Ve son olarak unutma
ki!
“Gel aşkı anlatayım diyene inanma!.
Gel! Sen bu işi anlatana(!) bırakma!..
Her kim ne dese
bu hususta..
Kendi olmadan
bilinesi değil...”
Allah’ım... Rasûlullah aleyhisselâm’a “Semî ve
Basîr” olmayı nasip et bize...
Salât ve Selâm eyle O
NEBİ’ye halimizle...
Bu yazıyı okuyanları, okunmasına vesile olanları “Güzeller” arasına ilhâk eyle...
Şüphesiz ki “İnnallahe cemîlûn muhibbûl
cemâl”
Amin!
Mustafâ Alp
01.01.2013
İZMİR