24 Eylül 2014 Çarşamba

ŞEYTAN DA KENDİNİ YENİLİYOR!.


Teorik fiziğin gözlemlenebilir-ölçülebilir noktaya gelmiş olması bilinci feci bulayarak, direkt deneyimi unutturdu...

İnsanların çoğunu, yeni hayal dünyasına-birimsel tekilliğe attı..

Ulaşan yeni bilgiler, beyinde yaşanıyormuş illizyonunu yeniledi..

Yenilenme sürecinde şeytan da sistem gereği her an kendini yeniliyor..

Şeytanın en çok sağdan yaklaşmaya başladığı bir dönemdeyiz.

Nedir şeytanın sağdan yaklaşması?

Beynin sağ lop fonksiyonları diye bilinen üç boyutlu düşünce, sezgi, sanat, ritim, müzik vb. yönlere kayılması(!) ve birimselliğin kişiye oynadığı oyunlar, karayı ak, akı kara göstermesi..

Maddenin referans alındığı dönemlerde beyinde kişideki analitik düşünce, mantık, lisan, fen, matematik vb. yönleri körükleyerek maddeye olan bağlılığını arttırırken..

Madde algısının çöktüğü ve değiştiği, bütün resmin apaçık gözler önüne serildiği bu dönemde ise hemen stratejisini sinsice değiştiriyor ve uygulamaya koyuyor.

Şeytanı tanımadan ondan nasıl korunulur aklım almıyor...

Düşmanını ve ruhunu "oku"madan, stratejilerini bilmeden nasıl korunulur hayret içre hayretteyim...

Ve tüm bunların hepsi ötede-ötende bir tanrı olmadığı gibi ötede-ötende bir şeytan yok realitesi-sistemi üzere işliyor.

İnsan ne yaparsa kendine yapıyor!.

Hayret ki ne hayret!..

Mustafâ Alp
24.09.2014
İZMİR

20 Eylül 2014 Cumartesi

ÖLDÜKTEN SONRA BAĞIŞLANAMAYAN TEK ORGAN: BEYİN



Organ bağışı konusunda gelen soruların çokluğu, bu kısa yazıya vesile oldu.

Öncelikle bilinmelidir ki, bu konuda kesin bir hüküm, ne Kur'an'da ne de Rasûlullah (as) bildirilerinde yoktur.

Hükmü olmayan bir konuda ise "bu konu kesinlikle şöyledir" denemez.

Belki "anlayışa göre" o işin isabetinden söz edilebilir…

Benim bu konudaki görüşüm ise şöyle:

Gün olur bağışlanması düşünülen bu organlar laboratuvarlarda üretilir ve senin bağış yapmana gerek kalmayabilir.

O zaman insanlığa ne vereceksin?!

Derdin gerçekten vermek mi, yoksa nasıl olsa öldük mü?.. Sorgula..

Kendini sonlu-sınırlı bir beden zann-etmenin bir sonucu, yaşamını sürekli alıcı olarak geçiren, verdiğinde de karşılıksız vermeyen bir anlayışın, gider ayak Tanr'ının gözüne girme çabaları ne kadar fayda verir bilmiyorum..

Çoğunlukla beden algısı ve kamu şartlanması ile ele alınan bu konuyu, iyi bir düşün...

Verici olmak güzel ve özel bir meziyettir. İnsana çok şeyler kazandırır…

Ancak bu pek yüce özelliği, algımızı değişme-mişken kullansak.. Nasıl olurdu..?

Sen yine istersen bağışla organlarını; ben bağışlama demiyorum, bağışla da demiyorum ama bir düşün şu anlattıklarımı..

Belki fark ettire-bilirim ne demek istediğimi..

Yaşam boyu “Ego”ya dönük, insanlığın yararına kullanılmamış, kaçınılmaz ölüm geldiğinde, "bari" kabilinden bağışlanan organlar ne anlam ifade eder, yine de bilemiyorum..

Takdiri size bırakıyorum..

Şimdi gelin bir de şöyle düşünelim..

Öldükten sonra bağışlanan organlar... Bir anlayış.

Ölmeden önce bağışlanan
BEYİN... Yeni Bir Anlayış…

Birincisi, ölmeden önce belli ölçülerde bağışlansa da tamamı bağışlanamıyor...

İkincisinin ise öldükten sonra bağışlanması ASLA mümkün değil...

Zaten diğer organların tamamının bağışlanabilme şartı da "BEYİN ÖLÜMÜ"!.!!..

Fesûbhanallah!.

Burayı çok iyi tefekkür etmek gerek.. Düşünen Beyin için burada ibret var.

Benim anlayışım o ki; insan organlarını, boyutunu değişme-mişken bağışlamalı...

Kalbini, gözünü, ciğerini ve en önemlisi fiziki ölüm ile bağışlanması mümkün olmayan BEYNİNİ!..

Tüm bedenin-organların Beyninin hizmetinde..

Peki Beynin kime-neye hizmet ediyor.?

Varlığını-tüm bedenini, yaşam boyu insanlığın yararına ve kendilerini tanımalarına hizmet için kullanmak; onları bağışlamak demektir ve bağışların en yücesi de budur anlayışıma göre..

Varlığını yok edip, insanlığa bahşedip; kendilerini tanımaları ve sonsuz yaşam gerçeği konusunda faydalı olmak...

Ama bir birim ama on birim, bu yolda-bu hizmette olmak...

Muhammedî olmak son gününde değil, her gününde; üçünü-beşini değil, tüm bedenini-varlığını insanlığa hizmet yolunda bahşetmektir...

Bunun sırrı ise insanlığa BEYNİNİ bağışlamaktır!..

Öldükten sonra değil, “ölmeden önce” bağış-lana-bileni bağışlamaktır...

Böyle bir bağışın yerini ne tutabilir..

Ben bundan yüce bir bağış bilmiyorum sevgili dostlar...

Doğumunda ve ölümü tadışında "Ümmetî" diyen BEYNİN vârisleri olabilmek duasıyla...

Selâm…


Mustafâ Alp
19.09.2014
İZMİR

27 Ağustos 2013 Salı

BİZ MUHAMMEDÎYİZ



Allah'tan gayrı yok "Âlem"de..
Meşgalen ne olursa olsun bu "iş" böyle..
Bunu böylece Bil!. Olma hiç bir demde gâfil..
Allah'ı bilmeyenin ilmi boşa emektir...

Sakın Allah'ı gördüğün sanma!.
"El Ğani" Bil O'nu sen, küfre dalma..
Ne görürsen gör tasavvurunda..
O'nun Zât'ı bilinesi değil...

Sanma ki ötelerde veya ötende...
O her dem "Bi-zât" seninle..
Mutlak Zât bilinmez ancak..
Zât ile kaim Esmâe Külleha...

Kafan karışmasın "B" Güzel...
Sözün kısası "Tevhid"e gel!..
Bu "iş" nasıl olur diye düşünme..
"B" sırrına "ER" sana yeter...

"B" sırrı nedir dersen..
Dinle! Kulak ver Âli'ye...
Bir "Kitab" ki "Nur" saçıyor..
"B" sırrın yansıtıyor...

Böyle bir "Kitab"ı, Git Ara Bul!.
Engel olamasın sana hiç bir kul..
Dilersen suhuftan "Oku" O'nu...
Ancak evlâ olanı bir "Kâmil Kul"...

"B"nin sırrına erer isen..
Sevgi "Hayy" olur "Sen"de..
"Selâm"ı ancak "Seven" yayar..
Bu "iş" sevmeden olmaz!..

Allah'ı tanımanın yolu..
O'nu her sûrette sevmektir..
O da seni severse bir kez...
Sırtın yere gelmez ebedî...

Allah'a yakîn nefsler adedincedir..
Yeğ olanı "akıl"dır bunu böylece Bil...
Yakîn
"Nasıl" olur bu yolda bilmeyen..
"Sırr-ı Âli"den perdelidir..

Allah'ı bilenden zarar gelmez..
Ben, sen, o demez; şikayet etmez..
"Tek Bir Nefs" ile nazar eder..
Sevgiyle kuşatır varlığı, gayrı görmez...

Kur'ân Çözümü "Nur" oldu "Şen"de..
Âli'den ahir ilk
oldu demde..
Şayet okuyabilirsen "O"nu sen de..
Görüş'ünde ayrı-gayrı olmaz...

Bu dizeler Bize öz'gü..
Biz
diyenin "Bir"dir s'özü..
"Seven"
dir asıl hizmet ehli..
S’özün özü: Biz Muhammedîyiz...

 

 

Mustafâ Alp
Ramazan-2013
Yatağan/MUĞLA

 

31 Temmuz 2013 Çarşamba

"SELÂM"I YAYMAYA GELDİM

 
"İlim" için tükenir onca nefes..
Geldiğin yol bir dirhem değil..
Gayen varmaksa şayet "Hakk"a..
Yol gitmekle varılası değil...
 
Bildim, buldum, oldum deme!.
"Zan" üzeresin bunu dediğinde..
"Her bilenin fevkinde bir bilen var"ı unutma ki..
"Edeb"in daim olsun "İlim şehrinde"..
 
Ol “kapı”dan girmeden..
"Ba"nın sırrına ermeden..
Yol "Âli"ye değmeden..
Mümkün olmaz "Allah" demek..
 
"Âli" bir harften bahsetti..
Kırk yıl kölesi olurum dedi..
Ol harfi öğreten "Ahmed"e...(as)
Binler canım feda benim..
 
"Kalb" kalbe değince...
"Selâm" bulur yerince..
"Es Selâm"ın taşıdığı yükü...
Diller anlatası değil...
 
İşlevim "Selâm" almak..
Aldığım "Selâm"ı yaymak...
Yayılan "Ol Selâm" ile..
“Rasûlullah”a varmak...
 
“Yüz”ün "Kâbe"ye dönen..
Alır vüsâtince ol "Mahâl"den..
Lâkin ol "Kâbe" olmak var ya!.
Hepsinden öte gelir...
 
İsimlerin çokluğu aldatmasın seni..
Zira onların hepsi "Tek Bir" isme râci…
"Tek Bir" ismi Bil sen bu yolda..
İsmi Ahmed Muhammed Mustafâ...(as)
 
İsimler hep bir işaret...
Her şeyden önce bunu farket!..
İsimlerden geçmeyene..
Fayda vermez hiç bir emek!..
 
"Allah" ismi aynasında..
Kendini bilmektir "Hakikât"...
Ne edersen et yolun kısası..
Allah ile Allah'ta Allah'a ermek...
 
Yolun sonu yok dense de..
Var elbet bir neticesi..
İsmine "Hiçlik" diyorlar..
Ancak yaşayan bilesi...
 
"Hiç" olan "Hep" oldu "An"da...
"Hep"ten "Yok" oldu "Ten"de...
"Yok" "Var" "Var" "Yok" Hakikâtte...
Ol "Selâm"ı yaymaya geldim...
 
 
Mustafâ Alp
Ramazan-2013
Erdek/BALIKESİR

18 Ocak 2013 Cuma

MÂRİFET HANGİSİNDE?..


Aşık olmak; AŞK olmaya sevk için..

Hiç duymadın mı; kendisi olmadan olmaz diye!..

Kendinde bulamadığını bulduğun “mahal”den maksat; kendinde olanın sana fark ettirilmesinden ibarettir...

Görebiliyorsan şayet; o bulduğun sende var olanın ta kendisidir!..

Bilgi inzâl olmuş; hatırlatma vukû bulmuştur...

Bu kendisine HAK olanın; varacağı menzilde kendisine şöyle hitap olunur:

“Kendinde bulamadığını bulduğun yerin ismi ilâhtır!

İlâhını terk edip; kendinde bulamadıkça olunmaz AŞK..

Bilgi ilâhtır! Bunu fark edemiyor musun!?

TERK-in dahi manâsını yanlış anlayan Ey Nefs!..

Emr-olunduğun gibi dosdoğru ve istikâmet üzere ol!..”


Bu yazıyı okuyan Güzel İnsan...

Mevlana'ya AŞK nedir diye sordular; aşık nedir diye değil ki..

Şayet öyle sorsalar idi; elbet bir cevabı vardı O Güzelin..

Ancak O “AŞK nedir” sorusuna verilebilecek “TEK ve NET” cevabı verdi..

"BEN OL da BİL" dedi...

Bundan kelli söylenecek hangi söz AŞK’ı anlatabilir ki...

Buna manâ ile şöyle dedim:

Her söylenen; “işaret” oldu bu Vücûd’ta...

“İşaret” bu menzilde sondur sanma..

Her biri inşâ eder seni “Sûr’a”...

“Kur’ân” OLmadan bilinesi değil...


Ey Güzel!

Aşık ve maşuku da kapsayan cereyana(?) verilen isimdir AŞK...

Aşık’ın Hakiki AŞK’ı bilmesi asla mümkün olmaz..

Zaman perdesinden geçmedikçe "AŞK" tadılmaz...

Mecâzını bir düşün de fark et; sevdiğinle ne de hızlı geçer zaman.. Peki ya Hakikisi...

AŞK’ı ancak MAŞUK bilir, MAŞUK yaşar!..

Aşık, AŞK’ı yaşamak üzere dönülmez yola düşene; MAŞUK ise AŞK’ı yaşamış olana verilen isimdir...

Bir maşuk vardır; bir de MAŞUK… Bu ikisini birbirine karıştırmamak gerekir..

AŞK kendisinde tadılmış, yaşanmış, açığa çıkmış anlamına olarak MAŞUK derler O’na...

Zat’en çekimi de bundan meydana gelir...

Aşık; MAŞUK değildir!!

MAŞUK için de aşık olunacak “mahal” kalmamıştır!…

MAŞUK, AŞK’ın Hakikatini yaşamış; HAŞYET ismini almıştır O’nda yaşanan…

MAŞUK ismini alması dahi O’na aşık olanların, yönelenlerin bakışından, isimlendirmesinden başka bir şey değildir!.

Yoksa böyle bir perde(!) olmaz O’nda..

HAŞYET’in yaşandığı mahallerdir asıl aşık olunanlar, kendisine yönelinenler; MAŞUK ismine muhatap olanlar..


AŞK’a girilip-çıkılmaz; AŞK ‘a istidat ya vardır ya yoktur!...

Perdeli olanın aşk algısı, görüşü, beklentisi şartlana geldiği şekilde olduğundan; asla AŞK’ı bilemez, tanıyamaz..

Duygusallığın; kendini tatmin etmenin arayışı içerisinde çok kereler sükûtu yaşar bu nedenle..

Ders de alamaz ve der ki: “Hep aynı şeyleri yaşıyorum neden!?”

Bir MAŞUK’a DENK gelse; O’nun kapsayıcılığını göremediğinden; zannındaki aşkı bulamadığından; terk eder şefaati...

Şefaatin reddi çoğu kez hiç fakında olmadığın bir şekilde/mekanikle oluşur...

Bunlar Aşk zannında olanlardır; perdelilerdir...

AŞK’a istidatlı/programlı olanlar ise şu kadar veya bu kadar...

Perdeler/mecazlar ile pişerek; Hakiki AŞK’ı yaşamanın dönülmez cihadı içerisinde; “AŞK olma” peşindedir...

Bu nihayet(!) bulur veya bulmaz...

Buradaki nükteyi fark et!..

Yakan AŞK değil; sendeki kabullerdir! Kabulleri olanda AŞK açığa çıkmaz!

AŞK yakmaz(!); AŞK-ı Hakikiyi yaşayan yanmaz!..

AŞK’ta henüz Rabbinin likâsına kavuşamamanın Öz'lemi vardır o kadar...

AŞK, seni olduğun yerde saymaktan kurtaran(!) ŞEY’in cereyanından ibarettir...

Bak ve Gör!

İMAN’ın bir cüzü dahi söndürür tüm ateşleri...

İşlevini bilen ve yaşayanda duygusallık olmaz!... AŞK için ne yanmak vardır; ne de yakmak!...

Aşık yanabilir; ancak AŞK yakmaz, yanmaz; ZULÜM ETMEZ AŞK...

Beşeriyet örtüsünü üzerinde taşıyana, örtülüdür bu Hakikat...

Sen “OL”madın diye AŞK yok değildir!..

AŞK’ın elemanlarıdır yanan; yine birbirlerine göre...

İşte o cereyandır AŞK-ı Hakikiyi ayakta tutan...

GÜNEŞ’e bir bak; elemanlarına bir Bak ve Gör!

Hidrojenin Helyuma dönüşmesini; aşk ile kendini onda yok etmesini görmüyor musun?

Peki GÜNEŞ kendisi yanıyor mu, yakıyor mu?..

...??

Beşer eli değmeyen AŞK neredee... AŞK zannedilen putlar nerede...

AŞK kişiye değil; İNSAN'a duyulan bir haslettir...

AŞK yaşanmadan; aşık ve maşuk kapsanmadan HAŞYET meydana çıkası değildir!..

HAŞYET’i yaşayan mahallin, dışsaldan görünümü AŞK ile ifade edilir; hâlbuki onun yaşantısı AŞK’ın da ötesindedir...

Çünkü dile/surete(?) gelmeyen bir ŞEY’in ancak dile/surete(!) geleni müşâhede edilir...

HAŞYET’te cereyan olmaz; cereyan AŞK için geçerlidir...

MAŞUK’un sözü şiir değil; HİKMET’tir!..

“O bir şair sözü değildir… İmanınız çok kısıtlı!” (Hakka:41) ayetini işitmedin mi?

Bu manâda yazdığım dizeler şöyle:

“Varlığın cereyan ettiği, TEK BİR HAVUZ’dur…

Balıklarına verilen isim aşık ve maşuktur..

Şairlerin pusulası ayrılığı gösteriyor..

Ayrı-gayrı olmasa hiç şiir mi olur!..

İnsan'a vüs’atince AŞK’ı yaşatan ancak İMAN’dır...

AŞK Hakk'ıyla yaşandığında ötesine varılır..”


Ey Güzel İnsan...

Hakikatte her noktada yaşanan AŞK’tan ibarettir...

O cereyanı görmeye ancak KALB gerekir...

Bu manâda söylenecek daha sözlerim var..

Ancak sözü bilmeye de, ifadeye de “KELİM” gerekir...

Biz burada dur diyelim...

Daha iyi anlamaya HİMMET edelim...

Anlamanın yolu ancak susmaktan geçer...

Gökten nev-i kırıntılara burada son verelim...


Ve son olarak unutma ki!

“Gel aşkı anlatayım diyene inanma!.

Gel! Sen bu işi anlatana(!) bırakma!..

Her kim ne dese bu hususta..

Kendi olmadan bilinesi değil...”


Allah’ım... Rasûlullah aleyhisselâm’a “Semî ve Basîr” olmayı nasip et bize...

Salât ve Selâm eyle O NEBİ’ye halimizle...

Bu yazıyı okuyanları, okunmasına vesile olanları “Güzeller” arasına ilhâk eyle...

Şüphesiz kiİnnallahe cemîlûn muhibbûl cemâl”

Amin!


Mustafâ Alp
01.01.2013
İZMİR