29 Temmuz 2012 Pazar

KORKUDAN BERÎ SORGULAMAK ve İKRÂ KİTÂBEK

Kulağıma her ân fısıldanıyor "ya atalarınızın izi üzerinde iseniz" uyarısı tüm yenilenmelere(?) rağmen ve korkuyorum(!) her ân bu çukura düşmekten.. Ne var ki yıllar önce fark ettim bunun önüne geçebilecek tek kuvvenin korkmadan/kendine muhalif/samimiyetle/eleştirel bir şekilde sorgulamak, onun oluşturacağı tefekkür(!) ve kaçınılmaz neticesi olan yaşantı olduğunu Rasûlullah'tan...
 
Mecâz olanın yine başka bir mecâz ile anlatılması; kişi-lik algısının getirdiği uzmanlıkla, bilinçlerin veri tabanlarından fışkıran mecâz kombinasyonları.. Babalarımızdan(!) duyduklarımızı iletmeyi-forward etmeyi tefekkür ZAN-nediyoruz her nasılsa..
 
Esasen düşünme hâlinin imân ile başladığını, diğer bir ifadeyle aklın durduğu yerde düşünmenin başladığını düşünüyorum… Düşünme vardır mekaniktir. Düşünme vardır düşünseldir/cennetîdir... (burada mekanik düşünmeden bahsedilmemektedir) İMAN var ise vardır düşünme! İman (El Mûmin) tetikler cennetî olan düşünmeyi/kuvveden fiile geçişi; gerçek tefekkür alanı/semâsı da burasıdır bana göre.. Yoksa bundan öncekiler düşünme değil; aklın doğal süreci/mekaniği ve bir nev-i kabir..
 
Aklın açığa çıkmadığı bilinç YOKTUR az veya çok.. Zira öyle olmasa ÇOKLUK algısı oluşmazdı.. Zeka ise mevcut aklı kullanabilme HIZI.. Mürid/murad eden; aklını zekası ile değerlendiren ve farklı bilinç hallerini çok hızlı(?) olarak deney-im-leyenin İSMİdir bana göre.. Mürşid'e, dalga boyutta Mürid olabilmektir Marifet!.. Sen istersen buna “kalpten kalbe” de diyebilirsin.. Neticede DEĞİŞMEZ “realite” o dur ki; ilmi talep eden farklı farklı olabilir ancak Mürşid TEKtir; O da “İLİM”dir!. Ben böyle öğrendim Rasûlullah'tan kapasitem kadarıyla.. Tefekkürün sürekliliği için farzdır iman ve iman her ân bilince bağlanmış ve onu yukarılara(!) çeken SIMSIKI SARILASI İP gibidir; düşünsel/tefekkürî cennetten ayırmayan...
 
Sorgulamak; hem de erircesine..
 
Farklı düşünenleri hor görmeyelim!. Yanlış düşünce yoktur; GERÇEĞE yakîn olmayan düşünce vardır... Velev ki yanlış(!) dahi olsa bilinçlerin fikirlerini ÖZ-gürce ifade edebilmeleri potansiyel tefekkür kuvvesinin önünü açacaktır.. Özgür alan (Free Field); her bilincin fikirlerini ŞART ve KAYIT olmaksızın HAVUZA atabilmesi değil midir? Her ne şekilde olursa olsun (yanlış, eksik, saçma, çocukça veya kendini bilmezce) fikirleri örselemeyelim, nezaket görünümünde dahi olsa kesip atmayalım.. Baskı/hükmetme içgüdüsü atalarımızın bize 14 milyarlık genetik mirasından başka bir şey değildir. Hakikate yakîn olmayan fikri YÖNLENDİREBİLEN, hakikate yakîn olan İLİMdir.. El Azîz bu şekilde kendini açık eder, gereğini de oluşturur; zahir-de oluşturmasa batın-da oluşturur; zamanı geldiğinde ise açığa çıkarır.. O YÜZ’den güç İLİM’dir, denmiştir.. Yoksa El Azîz isminin açığa çıkışı noktasında, karşısındakinin(!) bilincine yönelerek (ikilik) onunla ilim yarışına giren için durum ne hazindir Rasûlullah'ın bildirdiğine göre....
 
Sorgulayanları sindirmeyelim!. Sadece PAYLAŞALIM ilmimizi, OL-duğunca... Hani “dilediğini yapar, diye iman etmiştin” dedirtmeyelim bilincimize.. Gün gelir o hitabı da duyamaz olur da; ÖRTMEKTEN sebep ÖRTÜLÜ kalırız maazallah..
 
Kendisiyle aynı kelime-lerle düşünmüyor diye karşısındakinin(!) "yanlış düşündüğüne kanaât getiren bilinçler" ne kadar kendilerine yazık etmekteler..
Böyle hâllerle karşılaşanlara ise derim ki; evrende (bilincin evreniNde/dünyasıNda) kendisinden korkulacak/çekinilecek ikinci bir varlık yok! Yanlış veya eksik düşündün diye sana ceza verecek bilincinin ötesinde bir ilâh mevcut değil.. Tam aksine yanlışa(!) düştüğünde seni “doğru yola sevk edecek” bir mekanizma mevcut... Cehennemin dahi bilincinin iyiliği/saflaşması için olduğunu FARK etmedin mi!!!??
 
GÜVEN-iyor musun böyle bir sistem ve mekanizmaya.. EMİN olup, TESLİM edebiliyor musun kendini KENDİNE; çıktısı her ne olursa olsun diyerek…
 
Eğer öyleyse gururu bir kenara bırakalım ve sorgulayalım, korkmayalım.. İnsanın bilincini geniş-let-me-sinin önünü tıkayan şeydir korkmak ve bundan sebep sorgulamamak.. Korktuğun kişi (patron, eş, hoca vs.) ikinci bir varlık olarak asla mevcut olmadı; o korku, “algıladığının ötesinin olduğu farkındalığında olamamaktan” kaynaklanıyor. Kır bu zinciri ve fark et! Koyma sınır bilincine..
 
Tüm İSİMler bilincinde var olan manâların birer izdüşümüdür hologram dünyaNda.. Yoksa İSME nispetle varlıkları yoktur ve hiç olmamıştır. Her kişi-lik algısı (anne-baba, veli, rasûl, nebi) bilinç düzeylerine ve hallerine birer işarettir; SEN’den ayrı olmayan görüneniyle-görünmeyeniyle… 1,2,4,7,12,40,300,1200'ler anlatımı hep bilinçteki sünnetûllah'a işaret ile anlatılan dışsallıkta değil, içsellikte (bedenin içinde değil) yerini bulması gereken birer vesile/taşıyıcı ilmi suretlerdir/bilgidir; SIRF SEN'in için.. Bunun farkındalığı/idrâki iç/dış mecâzlarını otomatik olarak düşüreceğindendir ki; karşı ARTIK karşı DEĞİLDİR SEN’in için… Bunu iyi anla! Bu idrâkin dûnunda ki bir idrâk(!) ise; ister istemez tanrısallık/kutsallık/rablik atfedecektir (dûnillâhi) karşısındaki (!) babasına, eşine, hocasına, ustasına, şeyhine; farkında olarak veya olmayarak..
 
Allah'ın velisi (kişilik anlamında) olmaz!..  Allah'ın Velisi oldukları olur!.. Dıştan(!) gelen taleplere "Kesinlikle, size ne bir zarar verebilirim ve ne de hakikati yaşama olgunluğu oluşturabilirim; (bunlar Allâh'ın sizde açığa çıkaracağı şeylerdir!)" demiştir Rasûlullah.. (Cin Sûresi-21) Ve bir çok ayet/işaret dahi..
 
ANCAK bu farkındalıktan sonradır ki; veli kabul edilen muazzam beyinlerin dahi paylaştıkları derûni farkındalıklar "son noktadır" kilitlenmesinin OLUŞMAMASI için; sorgulanması gerekir korkusuzca/safiyâne bir çocuk gibi.. Zira BİZZÂT KENDİ önerilerinin dahi bu olduğunu UNUTMADAN!. GERÇEK ehli; kendi bilincine yönlendiren DEĞİL! Her birimi "KENDİ 'B'ilincine" yönlendirendir!.. Hep bu konuda uyarmışlardır “muhatap alanlarına” girenleri ama AÇIK ama İŞ'ÂRİ olarak...
 
Aynanın vasfı SEN-dekini göstermesidir sana.. Ayna ile KENDİndekiNden perdelenme! Hologram dünyaN potansiyelindekilerin sana seyrettirilmesidir OKU-man için.. (İKRÂ KİTABEK) KitabıNda/hologram dünyanda  eksiksiz olarak tüm bilgi/isim/görüntü mevcuttur KENDİni BİL-men ve KENDİndeki EL VELİ-nin YÜKSELMESİNE(!) VESİLE olsun için.. Bu görüntü/vesile bazen mushaftır, bazen internet, bazen anne-baba, bazen güneş-ay-yıldız, bazen de  şeyh-hoca.. SEN’dekinin açığa çıkabilmesi için hologramik bir yansıma/sûre/ayet/kelime/harftir her biri potansiyelinde var olan.. Veli/sahabe(?) KABUL EDİLENler ise yıldızlar gibidir tefekkür alanıNa/semâNa/hologram dünyaNa DOĞAN!.. SAKIN atlama onları; kulak ver göz ver, kalb ver akıp giderken semâNdan/hologram dünyaNdan; kişi-liksiz olarak!..
 
Unutulan/hatırlanması icâb/edeb eden ise o görüntünün/ismin "BEN/ENE"den ayrı bir varlığı var zaNnı ile yardımın o var zaNnedilenden geleceği zaNnı ile “SORGULAMANIN-TEFEKKÜRÜN ERTELENMESİNDE “ ve KENDİndekinden PERDElenmesinde!.. Dikkat ediniz! Her şeyin aslı HAKtır bilgisinden ve bu bilgiyle karşıdakine(!) yönelmekten/yönelememekten bahsetmiyorum! Bu bilginin “yaşanması hâlinin” OTOMATİK olarak “SORGULAMA ve TEFEKKÜR meydana getirmesi mekanizmasından” bahsediyorum. Ne kadar bilinirse bilinsin, bu bilmeler SORGULAMA ve TEFEKKÜR ile YENİ bilmeleri oluşturmuyorsa bilinçte; o hâlin ismi TAKLİTTİR.. Taklit ise ancak ASLINI anlatır.. O da güzeldir; o da olacaktır.. Taklidi yatsımıyoruz elbette lâkin S’ÖZümüz taklit ile yetinmeyenlere.. Hatırlanmalıdır ki "Rabb'in kim" sorusuna cevap bu boyut bilincine göre otomatik olarak verilecektir. Bir yönüyle, mekre uğrayanlar hologram dünyalarıNdaki görüntüleri/isimleri kendilerine RAB edinen ancak Rabbim ALLAH'tır zan-nında yaşayan bilinçlerdir diye düşünüyorum.. Allah sizin de bizim de muinimiz olsun bu yolculukta inşâllah..
 
Bu AZAMETLİ ve her ân UYANIK olmayı gerektiren sistem ve mekanizma farkındalığı oluşmuşsa yeterince sende" inancına dahi GÜVENME" hitabını işitirsin bilincinde..
 
Konumuza dönecek olursak "Ben"deki kitaba/bilgiye göre diyebilirim ki;
 
GERÇEK ehli zâtların(!) işaretlerini/ayetlerini çok DİKKÂT ve RİKKÂT ile değerlendirmek gerekiyor. Çünkü onlar "GÖRE" kavramından uzak, size duymak istediklerinizi değil; duymanız gerekenleri söyler... Tabi ki talebiniz ÖLÇÜ-sünde ulaşır BİLGİ size; yine KENDİ-nizden.. İşte bu CANLI KİTAP-tır her ân okunması teklif edilen.. (İKRÂ KİTABEK)
 
OKU-mamızın kolaylaşmasını sağlayacak çok önemli yol ise Kur'ân ve Rasûlullah temel olmak üzere, “farklı kaynaklarla istişare” etmekten geçer!.. Bunu şöyle misâllendirelim; bir kitap düşünün ki  99 sayfadan oluşuyor ve her sayfası farklı bir dil ile kaleme alınmış. Ancak kitap bir bütün yani anlatımında bir bütünlük var. Şimdi bu kitaptaki yazılanları İKRÂ-OKU-yabilmem için her sayfada farklı olarak kullanılan DİL-leri bilmem gerekli; aksi takdirde o kitaptan SADECE bilebildiğim diller nispetince faydalanabileceğim ama bütününe hiç bir zaman vakıf olamayacağım. Şimdi bu misâl yollu anlatımdan da anlaşılacağı üzere bir kitap hükmünde olan ve İKRÂ KİTABEK denilerek senden okuman istenen holgram dünyaNa/evreniNe, ya tek bir pencereden bakacaksın ki; bu o nispette kitabıNdan faydalanacağın anlamına gelir. Ya da pencere sayısını arttıracaksınız ki (nöronların ateşlenmesi) kitabıNdaki manâyı (yatay ve dikey) genişleyen bir şekilde (genişleyen evren misâli)  HIFZ edesin; Levh-i Mahfûz'undan açığa çıkarasın!.. Zira o kitap/hologram dünyaN her ân OKU-nmakta zaten Boşluk olmaksızın; bilincin/nefsin tarafından…
 
Tek pencereli bir evden baktığımız sokağın sadece bir yönünü görebiliriz.. O pencere/bilgi/kişi/eser sonsuz açılımları ihtiva etse DAHİ, SENDEKİ kadarıyla o bilgiyi/kişiyi/eseri değerlendirebileceğin içindir ki; SENDEKİYLE ona bakman bir müddet sonra ülfeti/alışkanlığı/düşünsel tembelliği getirir.. Sonsuz mânâlar ihtiva etse DAHİ, tek bir bakış açısı/esmâ  ile sınırlanmak, neticesinde otomatik olarak "Bİ ŞEYCİ" olmayı getirir peşinden mekanizma gereği; beynin işleyiş mekanizmasıdır bu.. Mescide farklı yollardan gidilmesinin teklif edilmesi beyni ülfet/alışkanlık/düşünsel tembellik gibi hallerden uzaklaştırmak ve şimşeklerin her ân çakarak UYANIK-lığını sağlaması içindir.. (Ğayril'mağdubi aleyhim)
Emin olduğun bir kaynağı temele almak ayrı şeydir. O kaynağın sana perde olmasından korunmak üzere gerekli tedbirlerin alınması ayrı şeydir.. Sünnetûllah’ın AZAMETİNİ (beşeri bir bakışla değerlendirilemeyeceğini) asla atlamamak zorunludur!. Cemaat, tarikat, topluluk, sosyal paylaşım platformu gibi alanlara yönelimin; RABBİNİN özellikleriyle tanışamamanın sonucu dışsallıkta(!) “kendini bir yere ait hissetme” ihtiyacından kaynaklandığı ve “bilinçsel gelişime/yükselişe” engel olduğu burada bir kez daha hatırlanmalıdır kanaâtimce!..

Soru biter birgün nasibiNde varsa.. Lâkin sorgulama bitmez! İKRÂ öncesi-İKRÂ sonrası; birincisi BİLmek, ikincisi SEYR içindir. Çünkü manâların ne sonu vardır ne de sınırı.. Manâ direk ŞUURda OLUŞsa dahi (Kur’anın bir kerede inzâl olması) o manâların bilinçte seyri peyderpey (Kur’anın kısım kısım 23 yılda inzâli) meydana gelir ki; İKRÂ sonrası sorgulama fiili/esmâsı, OKUNMUŞUN  KENDİnden açığa çıkışını seyirden başka bir şey değildir…
Rasûlullah'ı değerlendirebilmenin(?) TEK yolu ÖZ-gürce/korkusuzca/samimiyetle sorgulamaktan geçer.. Bu aynı anlamda LÂ İLÂHE demiş olmanın da yaşantısıdır... Bu yaşansın ki; İLLÂ ÂLLAH diyebilelim... Çünkü Efendimiz öyle yapmıştır ve güzel/ahsen örnek de O'dur bizim için.. O ise İLİMdir! İLMİ mürşid/rehber edinen ise vüs'atince her ân iletişimdedir O'na yönelenlerle; BİR BEYİNdeki hücreler misâlince ve yine onlar aynı ÂNda ve FERD olarak salât ederler NEBİ’ye… Manâ aleminde istişâreye ne harf gerektir ne de kelime.. İLMİ mürşid edinmiş olma hâlini yaşıyorsan- deney-İM-liyorsan eğer; o hâlde olmaz sana hangi İSİM ile yönelsen vebâl... (Bknz İsrâ Sûresi - 110. Ayet)

Sorgulamanın önünü tıkayan da Sen; açabilecek olan da Sen... Arama dışarılarda bir yerlerde ve SORGULA! Hâla korkuların var derinlerde bir yerlerde ama görmek istemiyorsun; o sebeple de örtüyorsun…
Düşmekten korkma! Samimiyetle yola çıkanlara düşmek-kalkmak birdir!. Gurur yapmaz onlar; hemen ayağa kalkarlar ve yollarına devam ederler..
 
Korkmayalım/sınır koymayalım düşüncemize ve EDEP ile sorgulayalım; her bir İSMİ sadece vesileler bilelim sonsuz bilinç yolculuğunda..
 
EDEP ise DENGE'dir! Haddini bilmek ve hakkını vermenin tek kelime ile ifadesidir. Haddini bilmek, kendine sınır koymak DEĞİL; bilincinin her ân farkında/UYANIK olmaktır. Bunu sağlayacak olan korkmadan/kendine muhalif/samimiyetle/eleştirel bir şekilde sorgulamak ve gereğini yaşayarak TAHKİKİ bir hâl almaktır ki; bu da hakkını vermektir.

Bu konuda yazdığım ikili beyit şöyle:
 
Korkulacak bir büyüğün(?) yok ikinci; bilincinden ayrı olan..
 
EDEB-in ise hiç mi hiç yoktur yaşla ilgisi falan!!..
 
Unutulmamalıdır ki cennette 33 yaşındadır her İnsan!?
 
Gel at korkuyu ve sorgula hiç durmadan..

 
Korkudan beri/berât etmiş olanlara ulaşır Selâm, Râhîm Rab'den; zira üRetkenliğin (gerçek düşünce/tefekkürün) ön koşuludur korkudan arınmak...
Ramazan’ın bereketini bilincinizde hiss-edesiniz duam..
 
Rasûlullah (kişi anlamında değil) yol-daşınız olsun dilerim..
 
SEVGİ-nin KENDİ OL-un inşa-ALLAH...
Mustafâ Alp
Ramazan/2012
Yatağan

24 Temmuz 2012 Salı

YARIŞ(SIZ)

Her birim her an istikamet üzere yarışta…

Ne BİRİNCİ olmak gerek ne de ÜÇÜNCÜ bu dünyaNda(!).. İKİNCİ olmak yeğdir; hem uyanık olursun her dem; hÂlim nicedir “B”enim diye… Aşağı(!) bakar şükreder-Sîn, yukarı(!) bakar haddiNi bilir-Sîn…

Ahiret(!) yarışında ise BİRİNCİ olmak şart; azimli olup her an hayırda yarışmak; cennetin katlarından(!) birine oturup onu lezzetiyle yaşamak…

Kim-i-NE de SAYISIZ gerek! BİRden, İKİden geçip yarışSIZ gerek..

Belki miskin, meczûp, kâfir derler ama Kim-e-NE benim hÂlimden deyip KENDİnden geçmek; O mu, BEN mi kavgasından geçip KENDİ-ni BİL-mek gerek!..